BIR devlet var. Padışah var, nazırlar ve başnazır, var. Hükümet ya da icra heyeti faaliyette. Genelkurmay var, paşalar var. Kuvvet Komutanları var, Ordu var. Bir devlette olması gereken her kurum var. O kurumlarda da iş başında olanlar var. Devlet i aaliye kuşatılmış, köşeye sıkıştırılmış. Devletin bir çok denemeleri var. A’dan, Z’ye pilanları var. Her biri deneniyor. Hiç birinden sonuç alınamıyor. MAH, da, Teşkilat ı Mahsusa da faaliyette. Adı ne olursa olsun devletin açık ve gizli tüm güçleri canhıraş bir çaba içinde. Olmuyor, olmuyor. Bir başka gelişme var. İngilizler, vatan toprağının her yerinde direniş heyetleri oluşmasından rahatsız. Hükümete bu hareketleri durdurmakla görevlendirilecek bir yetenekli subay görevlendirilmesini istiyor. Hükümet için, devlet için bulunmaz bir fırsat. Gözü kara, cesur, batılı ve cumhuriyetçi düşünceleri bilinen, medeni dünya ile teması olan Mustafa Kemal görevlendiriliyor. Görevi veren devlet ve icratdaki hükümet.

Hiçbir subay kendi başına hareket edemez, ederse suçlu olur. Mustafa Kemal Osmanlı devletinin bir subayı, İttihat Terakki içinde görevli ama yönetici değil. O yüzden İttihatçı olarak anılmaz.

Resmi tarih yazanlar işi çığırından çıkarıyor, onun kendi adına, kendi arzuları doğrultusunda harekata giriştiğini ve tüm Osmanlıyı kuşatan devletlere kafa tutarak, onları yendiğini anlattılar. Samsun’a giden Bandırma Vapurunu da herhalde devlet vermemiş, Mustafa Kemal onu kendi marangozhanesinde imal etmiş! Hatta geminin pusulası da yokmuş ya da bozukmuş. Hatta hükümet onu yakalasa cezalandıracakmış ama devlet, onu yakalamakta başarılı olamamış. Tabi resmi tarih yazıcılarının daha bir yığın abuk- subuk anlatımı var.

Devlette esas olan sürekliliktir. Osmanlı devleti nasıl Selçuklu’nun devamı ise, Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın devamı, evladı, mirasçısıdır. Osmanlı’yı yüceltmek için Selçuk sultanlarını hain ilan etmek gerekmediği gibi; Mustafa Kemal’i yüceltmek için de Osmanlı devlet adamlarını aşağılamak ve hain ilan etmek gerekmez. Eğer her dönem, kendini yüceltmek için bir önceki dönemi hainlikle suçlayacaksa; o zaman her dönem hain ilan edilecek demektir.

Resmi tarihin bu abukluğu, bir başka tarihçiler öbeğini oluşturdu. Onlar da Mustafa Kemal’i hiçe sayan, aşağılayan, ailesine olmaz iftiralar atan, yaptıklarını değersizleştiren görüşler geliştirdiler. Son derece çirkin ve anılmasını bile vicdan kabul etmez laflar. Bununla meşhur olan tarihçiler bile vardı. Birisi öldü. Başkaları da var.

19 Mayıs 1919 şimdi yüz yaşında. Ama 100 yıldan beri bu konuyu nereye koyacağına karar veremeyen bir millet istikrar, huzur, refah bulamaz. Siyaset adamları da seçimler öncesinde başka, seçimler sonrasında başka yaklaşımlar gösterdiğinde zihinler daha da karmaşıklığa düşer.

Bir taraftan okullardan Türküm doğruyum söylemini kaldıracaksın, bir taraftan T.C. leri devlet kurumlarından kaldıracaksın, sonra da 19 Mayıs gününü 100. Yıl münasebetiyle ihtişamlı ve mutantan biçimde anacaksın. Ama siyasi çıkar elde edebilmek için de kıvrak hareketler ve sözler sarf edeceksin.

Türk milleti karar vermek zorunda. Mustafa Kemal ve Atatürk aynı değerde, saygı görmeli. O istense de, istenmese de bu devletin kurucu ismidir. Yaptıkları kul işidir. İyileri de var, kötüleri de. İyiler ve kötüler devre göre, anlayışa göre, zamana ve şartlara göre değişir. O gün için kaçınılmaz olan şey, bugün çok anlamsız olabilir.

Mustafa Kemal Allah’ın kuludur. Onun da bir kaderi vardı. Kendi kaderine şahit tutularak yaşadı. Kaderin takdirinden gayrisi yalan. Kaderini yaşayan insanlara ne aşırı bağlı olmak, ne de aşırı karşı olmak akıllı, namuslu, vicdanlı kişilere uygun telakkiler değildir.