“Kokusu buram buram tüten 
Limanda simit satan çocuklar 
Martıların telaşı bambaşka 
İşçiler gözler yolunu. 
 
 
İnebilseydin o vapurdan 
Ayağında Varna’nın tozu 
Yüreğinde ince bir sızı. 
 
 
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan 
hasretle kucaklayabilseydim 
seninle, bir daha. 
 
 
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi 
Bağrımıza bassaydık seni Nazım, 
Yapardım mutluluğun resmini 
Başında delikanlı şapkan, 
kolların sıvalı, kavgaya hazır 
Bahriyeli adımlarla düşüp yola 
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
 
 
İlk karşılaştığımız yere 
Ve bir acı kahvemi içseydin. 
Anlatsaydık 
O günlerden, geçmişten, gelecekten, 
Ne günler biterdi, 
Ne geceler... 
 
 
Dinerdi tüm acılar seninle 
Bir düş olurdu ayrılığımız, 
anılarda kalan. 
 
 
Ve dolaşsaydık Türkiyeyi 
bir baştan bir başa. 
Yattığımız yerler müze olmuş, 
Sürgün şehirler cennet. 
 
 
İşte o zaman Nazım, 
Yapardım mutluluğun resmini 
Buna da ne tual yeterdi; 
ne boya...”
 
------
 
Böyle çizmişti Adibin Dino… Nazım Hikmet’in, “sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?” sorusuna, hiç de alanı olmayan bir dalda, bir “şiirle” yanıt vermişti usta ressam…
 
1961 yılında Nazım Paris’te bir otel odasında yanı başında uyuyan eşi Vera’ya aşka bakıp, “saman sarısı” şiirini yazıyordu…
 
Yandaki odada, Abidin Dino, Sen Nehri’ni seyredip, izine hiç rastlamadığımız bir şeyler çiziyordu…
 
Yan yana odaların balkonunda karşılaştılar…
 
Orada sordu Nazım, Abidin’e…
 
“Çizebilir misin?” diye… “Mutluluğun resmini?..” diye…
 
Sonra, yıllar yıllar geçti….
 
“Mutluluğu bir resimde çizilebilir” uman Nazım ile “mutluluğu çizmese de yazan” bir ressamın bu minik diyaloğu, pelesenk oldu dillere, kitaplara geçti, tarihe yazıldı…
 
------
 
Bugün, bu ülkede hergün, hepimizin resmi çiziliyor...
 
Ressamlar siyasiler, tobloda halk...
 
Dilde işsizlik, seçim ve geçim...
 
Biri, Paris’ta bir otel odasında sevdiği kadına aşkla bakıp şiirler yazan; Abidin’in dostu, şiirle ressamın şavkı…
 
Öldüğünde “vatan haini” mezarı bile zorla taşınan NAZIM HİKMET RAN…
 
Burada ortalık toz-duman, kan revan...
 
------
 
Sen mutluluğun resmini çizme Abidin….
 
Çizme…
 
Şiiri de, resmi de, Nazım’ı da heba etme!..
 
Biz şiiri de, resmi de, gülmeyi de unutalı çok oldu...
 
Dünyanın en serin gölgesi!
 
Yandaki fotoğraf geçti bir yerden elime... Hani öyle bir kare ki; bak bak roman yaz... O kadar yani...
 
İnsanoğlu büyümez hiç... Kaç yıl geçerse geçsin sen doğalı: yaşın kaça vardıysa varalı; büyümezsin...
 
Birinin canıysan hala; birinin evladı, yavrusu, oğlu ya da kızıysan, ve birinin uykularında düşsen, yediği lokmanın boğazındaki iziysen; büyüyemezsin...
 
Ben babamı kaybedeli 30 yıl oldu...
 
Dün gibiydi ama, 30 koca yıl oldu...
 
Acılar, yaşam savaşları, sevdalar, huzurlar, ayrılıklar yaşadım deste deste... Her biri geçer... Seninki de geçer, benimki de... Sen büyümedikçe, her dünyevi dert geçer... Unutulur..
 
Ama insan tek bir acıyla, tek bir kayıpla, tek bir günde büyür... Tek bir anda hatta...
 
Ne zaman yitirirsin ananı; işte o gün artık sen büyürsün...
 
Çünkü artık hiç kimsenin “evladı” değilsindir... Hiç kimse sana “yavrum” demeyecektir..
 
İnsan, sadece bu dünyadan annesi gittiğinde büyür... Bir kez büyür. Bir anda büyür... Ve o an da odur...
 
Dünyanın en serin gölgesi, başından gittiğinde, başına güneş geçer...
 
Allah yitirilmiş tüm analara rahmet eylesin, yaşayan tüm analara uzun ömür versin...
 
Eğer hala soluk alıp veriyorsa ananız, kalkın gidin, bugün onu koklayın, elini öpün, sarılın...
 
Belki de büyümeden önceki son durağınızdır bugün...
 
Kim bilir...
 
YAZ KENARA...
 
Mutluluk sandığın kadar da şart değil... Hayatta hep mutlu olursan, hayalini kuracağın neyin kalır?..