ARAPÇA bir sözcük olan ‘hakim’, ‘bilge’ anlamına gelir. Bu nedenle hakimler, mitolojideki tanrılar gibi insanüstü görülür; herkesten yüksekte olan bir kürsüde oturur ve bireysel kişiliğini arka plana itip, mesleğini öne çıkaran özel bir cübbe giyer. Bu siyah cübbe, öylesine sıradan bir kıyafet değil, vicdanın ve tarafsızlığın sembolüdür. Yargı, kimseden emir almadığı, bağımsız olduğu için, ‘kimsenin önünde iliklenmesin’ diye cübbenin düğmeleri yoktur. Bir zamanlar ‘Ankara’da hakimler var’ diye övünürdük. Şimdi ise hakimler hep adaletin o terazisinde tartıya çıkarılıyor. Ağırlık ne tarafı gösteriyor varın siz karar verin. Anayasamıza göre ‘Türk milleti adına’ karar veren hakimler atanmışlar sınıfına sokulamaz. Çünkü hakimler atanmaz; atanıyorlarsa sistemde bir yanlışlık var demektir. Hukuk olmadıktan sonra, eksik olduktan sonra üzerine hiçbir değeri inşa edemezsiniz.

Hukuksuzluk kimseye avantaj sağlamaz

TERSİNE, hukuk varsa; beraberinde uzlaşma, birlikte yaşama, adil paylaşma ve ahlaki değerler de olacağı için her şeyi inşa edersiniz. Hukuksuzluk, kimseye avantaj sağlamaz. Hakim grupların da, iktidardaki kudret imkanına sahip olanların da tek güvencesi hukuktur. Hukuksuzlukla elde edilen veya muhafaza edilen üstünlük güvenilir olmadığı için asla huzur vermez. Yargı mensubu önüne gelen davada kanuna göre hareket etmek zorundadır. Kanun yanlış uygulanmışsa adaletin sağlandığı iddia ve söz edilemez. Ancak bu durumda bile verilen kararın hukuka uygunluğunun kanunda belirtilen yollarca denetlenmesi gerekir. Bu denetimi yapan organlar da kanunun o ince terazisinden ayrılmamalıdır. Toplum veya iktidar otoritesinin baskısıyla yargıyı etkisi altına almaya çalışan bu tutumlar adalete hizmet etmez. Adalet ancak hukukun evrensel ilkeleri doğrultusunda çıkarılıp, herkese eşit ve doğru uygulanan kanunlarla sağlanabilir. Hukukun evrensel ilkelerinin belirlenmesinde ise 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi esas alınır.

Orhan Beyin öğüdünü iyi okuyun

OSMANLI İmparatoluğu’nun 2. Sultanı Orhan Bey, oğlu Murat Gazi’ye vasiyetinin son bölümünde şöyle diyor:”Oğul!.. Cennet mekan babam Osman Gazi Han, bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz, Allah’ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın... Osmanlı’ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez. Zira İ’la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet’i yaymak) azmi iki kıtaya sığmayacak yüce bir azimdir. Oğul, Kur’an-ı Kerim’in hükmünden ayrılma... Adaletle hükmet. Gazileri gözet. Dine hizmet edenlere hizmeti şeref say. Fakirleri doyur. Zalimleri cezalandırmakta tereddüt gösterme. En kötü adalet, geç tecelli eden adalettir. Hüküm isabetli dahi olsa, geciken adalet zulümdür.” Hitit Kralı da bundan 4 bin yıl önce yargıçlara çağrıda bulunuyor: ‘’...Bey için iltimas yapmasın, erkek kardeşine, kız kardeşine, arkadaşına iltimas yapmasın. Hiç kimseden rüşvet almasın. Haklı bir davayı kaybettirmesin, haksız bir davayı da kazandırmasın. Doğru ne ise onu yapsın...” Bakın ne diyor bir çağ açıp bir çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet:’’Kadı’yı (hakimi) satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” İslam dininin dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefi mezhebinin kurucusu ve Sünni fıkhının en büyük üstadı sayılan İslam fıkıh ve hadis bilgini Ebu Hanife de ‘Mihraptan ve minberden hukukun sesini kısarsanız, Allah da sizin nefesinizi, iflahınızı kısar “ diyor. Tabii anlayana...