ADAM GİBİ ADAM YETİŞTİRMEK

Çocuklarımızdan sık sık yakınırız. Ama çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği konusunu fazla tartışmayız.

Türkiye birçok alanda “cevher insan” yetiştiremiyor. Oysa şanlı geçmişimiz, yalnız zaferler açısından değil, insan kaynakları açısından da çok zengindi. Geçmişimizin her yılına birkaç “cevher insan” düşüyor. Günümüz ise tamı tamına “adam kıtlığı…” Oysa biz aynı milletiz. Peki, dün adam yetiştirme bahsinde başarabildiğimizi bugün neden başaramıyoruz?

Açık ki; hem geçmişimizin uzağına, hem de “zamane”nin tuzağına düştük. 

Ne kendimizi keşfedebildik, ne de başkalarını kavrayabildik. Bir kısır döngü içinde dönüp duruyoruz.

“Neden”lere ulaşmak istiyorsak, önce geçmişimizle buluşmalıyız. Belli ki geçmişte, bu coğrafyada yaşayan insanların, yani dedelerimizin ve ninelerimizin insan yetiştirme konusunda sonuç veren metotları varmış. O metot sayesinde, bugün hasretle andığımız “cevher insan”a ulaşmışlar. Bunun tek yolu, ana babanın “cevher insan”a dönmesidir. 
Bu gerçeği, Bizdeki batı hayranlarını da etkilemek amacıyla, dilerseniz Avrupalı gezginlerin, yazarların, diplomat ve araştırmacıların eserlerinden aktaralım.
L. Castellan’dan bir tespit: “Osmanlılar, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi gösterirler.” İşin püf noktalarından biri galiba bu: Hem yaşlılara, hem de çocuklara ilgi, sevgi ve şefkat göstermek…

Sonuçta yaşlılarımız da bir nevi çocuktur!

Çocuk, kendi anne ve babasının, nine ve dedesine gösterdikleri ilgiyi örnek alarak büyür. Ama babası kendi anne babalarına nasıl davranırsa, ileriki zamanlarda da çocuk büyüyüp anne babası yaşlılıklarını yaşamaya başladıklarında, anne babasına öyle davranır. Bir anlamda; anne baba olarak, davranış biçimimizle kendi geleceğimizi hazırlıyoruz. 

Geçmişimiz bunun farkındaydı. Bu yüzden aile içi ilişkileri sağlam tutmuş, ailenin yaşlılarına “öf” dedirtmemeyi esas almışlardı. Çocuklar bu örneklere göre yetişirdi. 

Kendisi iflah olmaz bir İslam düşmanı olan İngiliz sefiri Sir James Porter, 17. yüzyıl Osmanlı ailesindeki sevgi ve dayanışma ruhundan gıpta ile bahseder:

“Baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlatlık göreviyle ilgili olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür. Osmanlılarda çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri sevgi ve hürmet, özellikle takdire değer.  İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlatlar az görülür…”
Ne yazık ki, aile dışı bağlarımızdan sonra komşuluk ilişkisi gibi aile içi bağlarımız da koptu. Çoktandır hayatı paylaşmıyoruz. Aynı ailenin fertleri tek tek kendi hayatlarını yaşıyor. Aile kültürü git gide zayıflıyor. Bundan da en çok çocuklar etkileniyor maalesef.

Fransız yazar ve gezgin Dr. A. Brayer, çocuk yetiştirme zincirinin ilk halkasını keşfediyor ve diyor ki:

“Çocuklar arasında küfürleşme ve yumruklaşma görülmez. Bunlar İslam terbiyesiyle ıslah edildikleri için, kendi aralarında sakin sakin oynayıp eğlenirler.”

İşin özü ve özeti Brayer’in “İslam terbiyesi” vurgusu yaptığı yerdir. Uzaklaştığımız nokta da işte o temeldir. Bu sistemi tabiatıyla önce anne baba hazmetmeli, anlatarak değil, yaşayıp paylaşarak çocuklarına aktarmalıdır ve örnek olmalıdır.

Yine İngiliz yazarı Thornton, “Sade bir din olan İslamiyet’i, çocuklar, analarıyla babalarından öğrenirler” diyerek tam bu noktaya vurgu yapıyor. Kötü örneğin İslam’da yeri yoktur.
Her şeyi açıklayan flaş cümle şudur: 

“Türklerin ahlakı, çocuklukta iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir…”

Bence işin nirengi noktası da budur. Günümüzde kötü örnek çok, iyi örnek ise “yok“ denecek kadar az. Çocuklarımız “kötü örnek”lerle iç içe büyüyor. Çocuk kendisine kötü örneği ailesinde, kendi anne ve babasının davranışlarından öğreniyor.

Çocuk ailesinden sevme yeteneğini sevile sevile kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir. “Sen seversen yavrunu, o da sever yavrusunu” atasözü, bu gerçeği vurguluyor.

 Çocukluğunda aile sevgisiyle doymamış, yeterince aile sevgisi almamış insanın, dengeli bir kişilik geliştirmesi ve başkalarını sevmesi zordur. Kişi kendisinin almadığını başkalarıyla paylaşamaz, kendinde olmayanı başkasına veremez. 

 Sonuçta “kötü” ve “kötülük” normalleşiyor, sıradanlaşıyor, tabiatıyla da kanıksanıyor. Bu durumda kendimiz anne ve babalar olarak “iyi örnek” olmak zorundayız. 
Yani “adam gibi çocuk” yetiştirmek için, önce babaların “adam gibi adam” olmaları lazım.