BIR ŞEYIN, bir var olanın, var olup olmadığını anlamak için onun adı olmalıdır. Adı olmayan şey var değildir. İnsan yeryüzünde yaratıldığında onun bir adı vardı kendisiyle beraber.

Rabbi Teala melekleriyle mükaleme eder, onlara tasarısını anlatır. Yer yüzünde halife olacak insanı yaratacağım der. Melekler de daha önce kendilerine öğretilmiş olanlar ışığında, Rabbimiz, biz seni yeterince yüceltemiyor muyuz, ibadetimizde bir noksan mı var diye korku ile sorarlar. Allah onlara, sizin bilmediklerinizi bilirim der. Yaratılış serencamı İlahi kitaplarda ve İlahi kitapların tacı olan Kur’an ı Kerim’de tekrar tekrar anlatılır.

Bütün bu anlatımlarında o sözü edilen yaratığın adı da verilir. Eğer adı verilmeseydi, o var olamazdı.

Çoğu zaman birbirine bir şeyler anlatır insan. O anlattığı şeyin bütün niteliklerini anlatarak ismini hatırlamaya çalışır, adları hatırlanmadıkça o anlatılan şey tam olarak anlatılamaz.

Merhum Cemal Anadol hayatının son demlerinde öyle zorlanırdı. Bütün nitelikleriyle, ayrıntısıyla anlatmaya çalışır, ama o anlatmaya çalıştığı şeyin adını hatırlayamazdı. Dolayısıyla neyi anlattığını tam olarak anlayamazdım.

Geçtiğimiz günlerde ben de bir arkadaşıma birini anlatmaya çalıştım. Onun edebiyat öğretmeni olduğunu, falan kişiyle sık görüldüğünü, muhatabına Ümit Yaşar Oğuzcan’dan bir aşk şiiri okuduğunu, kendisinin de şiiri duyduktan sonra kahkahaları koyverdiğini anlattım. Ama adını hatırlayamadığım o kişinin kim olduğunu yine de anlatamadım. Çünki adı olmayan, var değildir.

Bir kafeye, restorana, alış veriş merkezine gittiğinizde, size garsonlar hizmet eder. Onların çoğunun ismi yakalarında yazılıdır. Dikkatli bir insan iseniz onlara adıyla hitap edebilirsiniz. İsterseniz deneyebilirsiniz. Onlara adıyla seslenip de bir talep bildirdiğinizde, başkalarından önce sizin siparişiniz size ulaştırılacaktır. Onlara adıyla hitap ettiğinizde yüzlerinde bir gevşeme, rahatlama, ferahlama göreceksiniz. Çünki insanın dünyaya geldiğinde ilk kazanımı, ilk elde ettiği servet adıdır. İnsanlara kendi adlarını hatırlamayıp, başka bir isimle hitap ettiğinizde çok canları sıkılır ve sizi kibarca uyarırlar. Zaten bir insanın ismini öğrenmemek o insana değer vermemek olarak algılanır. İsim ve değer. Her insanın ismi, ilk basamakta o insanın değeridir.

Bazı insanlar isimlerinin yanına başka sıfatlar da ilave ederler zamanla. Bu sıfatlar daha çok meslek bildirir. Doktor, Avukat, Mimar, Müzisyen gibi. Akademik kariyer belirten sıfatlar da var. Doçent, Purofesör gibi. Dini sıfatlar da var. Hafız, Hacı, Hoca gibi. Bu meslek adları, kişi adları milli irfanı ifade eder. Zaman içinde bu sıfatlarda da da isimlerde olduğu gibi değişiklikler izlenir. Artık hiç kimse müderris, dersiam sıfatlarını kullanmıyor. Zenne, sazende, hanende sıfatları da çok nadir kullanılıyor. Hiç kimse darülfünuna gitmiyor. Tellak ve kese hayatımızdan çıktı çıkacak. Adlar ve sıfatlar bir milletin milli irfanı olduğu kadar geçirdikleri değişimin de fotoğrafıdır.

İsminin önüne sıfatlar yerleştirenlere askeriyede ve bürokraside bir hastalık arız oluyor. Adlarından vazgeçiyorlar. Paşam, Albayım, Generalim, Sayın Bakanım, Valim, başkanım, Müdürüm gibi hitaplar adlarının yerini alıyor. Bu onların çok da hoşlarına gidiyor. Yeryüzüne geldiklerinde ilk kazanımları olan adlarından adeta vazgeçiyorlar.

Bir gazetede iş almıştım. Gazetenin sahibi bir öğretmen ve iyi bir hatipti. Milletin irfanına da sahipti. Çok güzel üçlü ismi vardı. Fakat hiç kimse adını söylemez olmuştu. Sayın bakanım, sayın bakan geliyor, sayın bakan gidiyor derken, bir ara ‘yahu bu adamın adı neydi diye düşünmeye başlamıştım. Halbuki adı olmayan, var değildir.

Adımız şahsiyetimizdir. Milli irfanımızı, ailemizin iman, din, irfan, milliyet hususiyetlerini sergiler. Ailemizin dünyaya bakışını, siyasi tercihini, ahlakını, değer yargıların ifade eder. Ad deyip geçmeyin. Ad şahsiyettir.