Merhum Ali Ulvi Kurucu, Ezher Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda Kahire’de bulunan Müderris İhsan Efendi, Seyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve onun oğlu şair İbrahim Sabri Bey’le çok yakın münasebetler kurmuştur.

Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarının ilerleyen sayfalarında İhsan Efendi’den dinlediklerini şöyle nakleder: 1941 yılındaydı; ‘’İhsan Efendi Hoca’nın dersindeydik.’’

Eski Gerede müftüsünün oğlu Nevzad, elinde bir kitapla geldi.

İstanbul’dan Eşref Edip Bey göndermiş. Hoca paketi açtı.

Midhat Cemal Kuntay’ın yazdığı “Mehmed Akif kitabıydı.” O sırada İsmail Ezherli, Ahmed Davudoğlu, Muharrem Develioğlu, Bulgaristanlı talebe kardeşlerimiz, Mustafa Runyun ve Ali Yakup Beylerle başka talebe arkadaşlar da vardı.

İhsan Efendi kitabın sayfalarını çevirince, aralardaki fotoğraflar göründü.

Bunların birinde, Akif Bey yaşlı, hasta, sırtında paltosuyla bastonuna dayanmış görülüyordu.

Sayfanın arkasında, Akif Bey’in, kendi fotoğrafını görünce yazdığı kıta vardı: ‘’Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiçbiri yok! Sen mi kaldın, yalınız kafileden böyle uzak..

Postu sermekse muradın yola, serdirmezler;

Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak.’’İhsan Efendi’nin o fotoğrafa bakıp, bu kıtayı okurken gözünden boşanan yaşları hiç unutmam... Şunları söylemişti: ‘’Akif Bey, hastalık günlerinde tekkeye geldiğinde, öksürür, tükürmesi icap eder; dışarıya çıkmak ister;

“Efendim rahatsız olmayın, bir leğen getirelim” deriz, kabul etmez, “Yok bir şey... Yalnız üzerimde bir yorgunluk var. Neden bilmem.. Bir iş yaptığım da yok...

Yahu ben eskiden filan yerden filan yere kadar yürürdüm. Vasıtaya binmezdim. Şimdi tramvayla geldim. Az bir şey yürüdüm, yoruldum. Ne oluyor bana.. Sanki eskiden o mesafeleri yürüyen yürüyen, o güreşleri yapan adam ben değilim!” diye cevap verir, dışarı çıkar, gelirdi.