İmam Efendi adıyla meşhur olan Osman Bedrerddin, 

kendisine rehberlik edecek alim bir zat aradığı sırada yirmi yedi yaşındaydı. 

Bu sıralarda Erzurum, Rusların hücumuna uğradı. 

8 Kasım 1877'de vuku bulan bu savaş, 

tarihte; ''Doksanüç Harbi adıyla bilinir.'' 

Aziziye tabyalarının düşmesi üzerine Erzurum halkı yediden yetmişe silahlanıp, düşmana karşı kahramanca bir müdafaa yapma hazırlığı içindeydi. 

8 Kasım 1877 gecesi Erzurum mahallelerinde gümbür gümbür davullar çalınarak halk cihad için uyandırıldı. 

Tanyeri ağarmadan önce halk kalkıp, balta, tahra, dehre, 

sopa ne bulduysa eline alıp hazırlandı. 

Tanyeri ağarırken, Ayaz Paşa Camii şerifi minaresinden sabah ezanı okunmaya başladı. 

Bu ezanı İmam Efendi okuyordu. 

Ezan, ihlas ve sadakatle öyle okunuyordu ki, Erzurum'un dağı taşı, 

deresi, tepesi, yamaçları, ağaçları sanki dile gelmiş, ezanı tekrar ediyordu. 

Ezan sesi dalga dalga yayılıp, ufukları aşıyordu. 

Bu ezan halka bambaşka bir şevk ve cesaret vermişti. 

Okuyanda bir başka hal vardı. 

Erzurum halkı büyük bir heyecan ve cesaretle Allah Allah nidalarıyla, 

Aziziye tabyalarını işgal etmiş olan Moskofların üzerine hücum etti. 

İlk hücumda Moskof dağılmaya başladı. 

Erzurumlu miralay Bahri Bey, halkı gazaya teşvik için haykırıyor; 

"Urun kardaşlarım, dadaşlarım urun!" diyordu. 

Erzurum halkı bir çırpıda Aziziye tabyalarını Ruslardan boşalttılar.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa, halkı bu derece heyecana getiren ezan-ı Muhammedi'yi kimin okuduğunu öğrenmek istedi. 

Bulunması için yaverlerine emretti.

Etrafa dağılan yaverler ve çavuşlar ezanı okuyan zatı arayıp buldular. 

Bu zat, Erzurum'un Abdurrahman Ağa mahallesin den Hoca Selman Sükuti Efendinin oğlu Hafız Osman Bedreddin idi. 

Bu husus Gazi Ahmed Muhtar Paşaya arzedilirken, 

orada bulunan cephe kumandanı Kurt İsmail Paşa, 

onun ismini duyar duymaz ileri çıkıp heyecanla Paşanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi; 

"Paşam, ezanı okuyan zatı tanıdım. Erzurumlu miralay Bahri Beyin kumandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti. 

Elinde silah yoktu. 

Düşmanı taşla kovalıyordu. 

Attığı taş mutlaka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu. 

Onun taş atması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir haldi. 

Çok dikkatle seyrediyordum. 

Bu zatta manevi bir hal var diye düşünüyordum. 

Bu sırada kulağıma gazaya katılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldi. Nene Abla adında bir kadın;

"Hadice bacı, bak görüyor musun... 

Selman Efendinin oğlu Hafız Osman Bedreddin Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! 

Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor" diyordu. 

Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım. 

Söylenen gerçekten doğruydu; hadiseyi gözümle gördüm. 

O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu. 

Bu kahramanın veli bir zat olduğunu anladım ve kerametini gözlerimle gördüm.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa bu sözleri dinledikten sonra sevinç ve heyecanla; 

"Bre paşa kardaş niçün demezsiniz ki bu cenkde üçler, 

yediler, kırklar, erenler bizimle beraberlermiş. 

Elhamdülillah bu, Rabbimin bize bir ihsanıdır," dedi. 

Bunun üzerine Kurt İsmail Paşa şöyle ilave etti: 

"Şu anda o, şehid düşen kumandanı kahraman miralay Bahri Beyin başındadır," dedi. 

Bundan sonra daha çok tanınıp sevilen İmam Efendi hazretleri yirmi sekizinci alayın üçüncü taburu imamlığına tâyin edildi ve artık "İmam Efendi" diye tanındı

***

BÜYÜKLÜĞÜN SIRRI:  

Osmanlı Devletinin Viyana'ya kadar ilerlemesinden çok korkup, 

başarısının sebebini aradıkları halde bulamayan Avrupa'ya, 

İstanbul'daki İngiliz sefiri bir gün şu şifreli mektubu yazıyordu:

''Buldum...Buldum... Osmanlıların zaferden zafere ulaşmalarının sebebini ve bunları durdurma çaresini buldum... 

Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyorlar, 

kardeş gibi davranıyorlar. 

Hangi millettten, hangi dinden olursa olsun, 

küçük çocukların zekalarını ölçüyorlar. 

Keskin zekalı çocuklar seçilerek, saray mektepleri ve sonra da Enderun Mektebi içinde değerli öğretmenler tarafından okutuluyorlar. 

İslam bilgileri, İslam ahlakı, fen, kültür dersleri verilerek, 

kuvvetli ve başarılı bir Müslüman olarak yetiştiriliyorlar. 

Bunların arasından da Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar, 

Sokollular ve Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare adamları çıkıyor. Osmanlı akınlarını durdurmak için bu mektepleri ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Müslümanları ilim ve fende geri bırakmak lazımdır.''