Milattan önce 500'lü yıllarda yaşadığı bilinen Çinli filozof Konfüçyus'u ait olduğu kabulleniler bir laf:

"Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme, balık tutmayı öğret!"

Anlıyorsunuz ne demek istediğini ama yine de açalım.

Demek istiyor ki; balık verdiğin kişiyi bu şekilde hep kendine muhtaç bırakırsın. Oysa balık tutmayı öğretsen artık kimseye muhtaç olmayacağı için en büyük iyiliği yapmış olursun. Ayrıca o kişinin de ayaklarının üzerinde kendi başına durmasını sağlarsın.

Görüldüğü gibi o günden bu güne değişen bir şey yok. Konfüçyus söylemiş söylemesine de kimse dinlememiş!

Örneğin bizde... Hala yardımlarla geçinen milyonlarca insan var. "Yardım kolisi" diye içinde yiyecek ve temizlik malzemeleri olan kutular dağıtılıyor geçim sıkıntısı çeken insanlara.

Kimse onlara "yardıma muhtaç olmadan nasıl yaşayacaklarını" göstermiyor.

"Fakirlik belgesi" çıkartıp devletten para alan yüzbinlerin olduğu ifade ediliyor.

Gerçi "yoksulluk maaşı" ya da "yardımı" alıp da dönümlerce arazisi, son model otomobili, evleri olanlar da var ama...

Yine de böyle gelmiş, böyle gidiyor.

O insanlara balık veriyorlar; balık tutmayı öğreten yok! Çünkü verenler kendilerine muhtaç kitleler yaratmaya bayılıyor!

Bu düşünce kulüplerimizi de sardı ne yazık ki!

Futbola milyonlarca euro akıtan, çapsız futbolculara ve menajerlerine akıl almaz ödemeler yapan, kulüpleri batma noktasına getiren futbol takımını yönetenlerin gözü yine devlette şu günlerde.

Balık tutmak işlerine gelmiyor! Balık istiyorlar!

Çoğu iş adamı aslında. Hayatlarında futbol topuna belki mahallede çift kale maç oynarken vurmuşlardır sadece.

Kendi şirketlerinde yapmayacakları savurganlığı kulüplerde rahatlıkla yapıyorlar.

Şirketlerine müdür atarken öyle ince eleyip, sık dokuyorlar ki; kulüpte ise yağma Hasan'ın böreği!

Her yıl onlarca futbolcu geliyor, onlarcası gidiyor! Teknik direktörler cirit atıyor! Yetki var ama sorumluluk yok nasıl olsa! Baktın ki olmadı ceketini alıp gidersin. Peşinden kovalayan da yok. Yaptığın reklam da yanına kar kalıyor.

Daha önce de belirttim; yine değineyim.

Her camianın içinde bu işi yapabilecek kapasitede öyle yetişmiş değerli insan var ki; gören (!) yok.

Kulüplerdeki yöneticilere bakın, bir de camiaların yetiştirdiği değerlere...

Galatasaray'da Cüneyt Tanman var, Hakan Ünsal var, eski sporcu olup da şimdi iş adamı olan başarılı insanlar var.

Fenerbahçe'de Oğuz Çetin var, Aykut Kocaman var, basketbolcular var, voleybolcular var.

Beşiktaş'ta Metin, Ali, Feyyaz var, Şifo Mehmet var, hocalıkta hatta genç yetenekleri keşfetmekte kendisini kanıtlamış Samet Aybaba var, Rıza Çalımbay var, Gökhan Keskin, Kadir Akbulut, Ulvi Güveneroğlu var.

Trabzonspor'da Lemi Çelik var, Hami Mandıralı var, var oğlu var.

Ama bunlar bugün kulüp yönetimlerinde yok.

Yerlerine demirci var, sanayici var, nakliyeci var, çeşitli iş kollarında çalışan tüccarlar var.

Ondan sonra batan kulüpler var.

Artık bu düzen değişmeli.

Kulüpler kendi ayakları üzerinde durabilmeli. Bunu sağlayabilecek insanlarca yönetilmeli.

Balık verecek devlet diye beklememeli. Bunu istememeli bile. Alın teriyle çalışıp, çabalayan insanların vergilerinden para isterken utanmalı.

Balık tutmayı öğrenmeli işbaşına gelecek olanlar, öğrenemeyenler elini eteğini çekmeli.

Konfüçyus milattan önce 500'lü yıllarda söylemiş bu sözü. Böyle giderse 500 sene de geçse böyle sürecek bu düzen! Sürmemeli.