GEÇEN hafta olan olmuştu... Önce Şenol Güneş’in derbi 11’indeki “dahiyane Necip Uysal keşfi” bitirmişti çok şeyi...

Ardından Galatasaray maçının hakemi Bülent Yıldırım, maçı “taça” atmış, Kartal da “büyük” yaralanmıştı...

Kağıt üzerinde duran, ama gerçekte “solan” bir umuttu herşey... Tribünlerin seyrekliği de zaten umutların “cüceliğini” tam olarak yansıtıyordu...

Alanya’nın da aynı “kabızlıktaki” yürek çarpıntısı, UEFA Kupası’ydı...

Aslında iki takıma da umut açısından “lazım olan” maç, çok da kalite içermeyen seyriyle; bir “oyun”dan daha çok bir “keçiboynuzu” tadında başladı ve ilk yarı boyunca da böyle sürdü... Ortada “bir şeyler var” gibi görünse de futbol adına bir yaratıcılık, bir sistem, bir plan görememek hoş olmadı...

4. dakikada Alanya’nın golünün VAR’a takılması, herkesin “midesini bulandırırken”, 11. dakikada Beşiktaş’ı skora taşıyan golde, Ljajiç’in plasesinden çok, onun asistanını kaçıran “Burak’ın aklı”ydı akıllarda kalan. Ama bir türlü “uygun adıma geçemeyen” Beşiktaş’taki “dağılmayan dağınıklık”, ilk yarı biterken kale önü karambolünde Caner’e çarpıp kendi ağlarına giden topla, beraberliğe şekilleniverdi...

İlk yarıda “valizini şimdiden Çin’e gönderdiği” izlenimi veren Quaresma, 54. dakikada ceza yayı hizasından öyle bir vurdu ki, Alanya kalesinde 2 kaleci olsa, o top çıkmazdı...

Bu üstünlük bile Galatasaray maçından sonra “gazı kaçmış gazoz” tadına erişen Beşiktaş’a gerekli köpüğü kazandırmaya yetmedi... Onlar da haklıydı... Çünkü, geldikleri nokta, “heyecan verici” olmaktan oldukça uzaktı.

Siyah-Beyazlılar, maçtan 3 puanla ayrıldı... Ama neye yaradı derseniz, “umutları bitmedi” derim, o kadar...

Çünkü bu sonuçla bile, şampiyonlar ligi, Beşiktaş için “el yordamıyla girilebilecek bir gerdek” olmaktan daha yakına gelmedi...