HIZLI yazara göre tüm yönetim biçimleri, hatta teokrasi bile cahiliye nizamı imiş ya. Bu kadar cehaletle kitap yazmak, bu kitabı bir yayınevine beğendirmek, sonra bu kitabı Türkiye Diyanet İşleri yayınevinde vitrine koydurmak. Bütün bunlar kişinin marifetinden kaynaklanmıyor. Birilerinin toplum mühendisliğine hizmet ettiği için bütün yollar açılmış. Adama sormak gerek. Dünya üzerinde bilinen tüm yönetim biçimlerini cahiliye toplumları bulup uyguladı ise; Hazreti Adem’den Hazret Muhammed aleyhisselama kadar Allah’ın Nebileri, resulleri insanları yönettiler. O yönetimler, o yönetim nizamları nerede diye sormak gerek. Ya da toplumları yönetme biçimlerini neden hep cahiliye toplumları yaptılar?

Keainatta iki yol var

Kitapta kapitalcilik, birey özgürlükçülüğü, halkın bizatihi idaresi ve daha akla gelen her yönetim biçimi reddediliyor, onların zaafları ve kusurları öne çıkarılıyor ve fakat yerine ne koyulacağı müphem bırakılıyor. Teokrasiye de karşı olunca Medine Şehir Devleti meselesi de muallakta kalıyor. Esas itibariyle keainatta iki yol var. Allah’ın yolu ve şeytanın yolu. Şeytan, Allah’a inanan bir cin. Kitapta İslamcı yazar şeytanın da lanetlenmeden önce melek olduğunu söylemiş ki, dini ne kadar bildiği meydana çıkıyor. Allah’ın tek emrine itaat etmemiş, Adem’e secde etmekten kaçınmış. Üstünlük taslamış. Hem de kendinden olmayan bir özelliğiyle. Sen beni ateşten yarattın, Ademi çamurdan, topraktan, balçıktan, ben ondan üstünüm, secde etmem demiş. Bundan sonra lanetlenmiş ve huzurdan kovulmuş. O da Allah’tan bir görev talep etmiş. İmtihan sırrına hizmet etmek üzere insanoğluna hep aykırı davranmayı sevdirmeye koyulmuş. İşte olay bu. Şeytan da Allah’ın bir yaratığı, bir kulu. Ama melek değildi. Ateşten yaratılmış bir cin.

Şeytani üstünlük iddiası

Şeytanın ben ateşten yaratıldım, Adem’den üstünüm düşüncesi ırkçılık biçiminde insanda da yer etmiş. Her ırk kendini ötekilerden üstün tutarak şeytani iddiayı sürdürmektedir. Ateşten yaratılmak şeytanın kendi kazanımı olmadığı gibi, insanın hangi ırktan olduğu da kendi kazanımı, seçimi, tercihi değildir.

Adalet, özgürlük, haysiyet

Toplumların yönetilme biçimleri yaşama biçiminden kaynaklanır. Bir site yönetimi, köy yönetiminden farklı olmak zorundadır. Tarladaki işçiyi yönetmekle fabrikadaki işçiyi aynı nizamla yönetmek mümkün değildir. Elbette her yönetim biçimi ötekine benzer ama, kendine özgü farklılıkları da olmak zorundadır. Köy yönetmekle şehir yönetmek farklı olduğu gibi, dağ, ova, sahil yönetmek de birbirinden farklı özellikler gösterir. Sanayi toplumunu yönetmenin yasaları ile turizm toplumunu yönetmenin yasaları aynı olamaz. Tarihte insanlar tarafından denenmiş ve yer yer bugün de uygulanmakta olan çeşitli yönetim biçimleri insanların ihtiyaçlarına cevap vereceği ümidiyle kurgulanmıştır. İnsanların en büyük ihtiyaçları da daima ve daima adalet, özgürlük ve haysiyetli bir seviyedir. Devletler toplumların siyasi ve resmi kuruluşları, kurumlaşmalarıdır. Ama devlet düzenlemesinin toplumların başına çoraplar ördüğü de izlenmektedir. Bu da ilk defa olmuyor. İşte devlete karşı, devletsizliğe taraftar görüşlerin çıkış sebebi bu. Devlet yapması gereken hizmetleri ihmal edip, vatandaşları sömüren bir güç haline geldiğinde, devletsizliği benimseyen kafalar çoğalıyor.

Devlet denetlemelidir

Devlet, toplum için, toplumun bireyleri için hayatı kolaylaştırmıyorsa, insanlarla insanların, insanlarla kurumların ve kurumlarla kurumların ilişkilerinde adaleti, akışı, Hakkın tecellisini sağlamıyorsa, vatandaşa her gün yeni bir fatura çıkarıyorsa, o devlet artık devlet olmaktan uzaklaşmış olur. Konunun ana damarı, yönetenlerin insan oluşudur. İnsan eline fırsat geçtiğinde, denetlenmediğinden emin olduğunda çizgiden uzaklaşır. Her şeyi ben duygunsunu tatmini için kullanır. Devlet demek, her insanı, her kurumu aralıksız denetlemek demektir. Denetime ara vermek bile istismara açık kapı bırakır.