İnsanı okumak zaten her kula farz. Önce insanı okumak, sonra evreni okumak ve önünde ve sonunda İlahi vahyi okumak farz. Buna ömür yetmezken, bir de insan topluluklarının kendi aralarındaki münasebetleriyle ilgili çözülmesi gereken yüzlerce sorun var.

Devletler arasındaki münasebetler olumlu ve olumsuz olarak ayrılabilir. Zaten insan ilişkileri de kurumlar arasındaki ilişkiler de Yaratan ile yaratılmışlar arasındaki münasebet de olumlu ve olumsuz olabilir.

Olumlu ilişkiler kimseyi rahatsız etmez ve iki taraf da bu münasebetten kazançlı olurlar. Ama taraflardan biri, karşısındakine göre daha az kazanç elde ediyorsa ya da zarar ediyorsa sorunlar başlar. Ortaklaşa yürütülen müesseselerde de durum aynıdır. O halde durum çok da karmaşık değil. Neredeyse temel ilkeler hayattaki maddi-manevi her ilişkiyi açıklamaya yeterlidir. Devletlerarasındaki ilişkilerde de yani dış politikada da durum aynı ilkeye dayanıyor. Karşılıklı kazanma söz konusu olduğu sürece barış var demektir. Fakat insanın hırsı, tamahı, açgözlülüğü, doyumsuzluğu devletlerarası ilişkilerde de kendini gösterir ve bir taraf diğer tarafı alt ederek, aşağı indirerek kendisini üste çıkarmaya, daha çok kazanmaya, hatta tek başına her şeyi kazanmaya yönelir. İşte o zaman tartışmalar, kırizler, notalar, purotestolar, çekişmeler ve giderek silahlı mücadeleler baş gösterir.

Dış politikada üç tarz olduğunu söylüyor Dr. Ali Gemuhluoğlu. Uluslar arası siyaset uzmanı imiş. Ben onu öyle, o sıfatıyla tanımıyorum. Babası Fethi Gemuhluoğlu saygı duyduğum, takdir ettiğim bir insandı. Üstelik gıyaben tanıdığım biriydi. Hiç, bir araya gelmişliğim de yoktur. Türkiye’yi Aydınlatanlar adlı kitabımda da gazeteci Abdullah Işıklar’ın onunla ilgili hatıraları yer aldı. Gel gelelim insan için, millet için yaptığı çalışmalar hep gönlüme hoş gelmiştir. Rahmetli Fethi ağabeyin oğlu olarak tanıyorum.

Yaptığı bir konuşmada onu dinledim. Dış politikada üç tarzdan söz etti. Sanırım bu kendi tespiti. Başka kaynaklarda böyle bir tasnife rastlamadım. Birinci tarz asker ve silaha dayanan tarz, ikincisi para gücüne, iktisada, maliyeye, ekonomiye dayanan tarz, üçüncüsü de uluslar arası sivil toplum kuruluşlarının sınır tanımayan evrensel davranış ve tercihlerine göre yapılan dış politika imiş. AKP iktidarı daha önce üçüncü tür dış politika tarzını uyguladığı için HDP ile Ahmet Davutoğlu’nun silkelenmesinden sonra ise askere dayanan dış politika tarzını benimsediğinden MHP ile ortak olmuş ve yeni rejimin anayasasını da bu iki parti yapmış. Öyle anlattı.

Bana göre mesele bu kadar berrak değil. Üretime dayalı dış politika çok önemli. Üretim denilince mesele toprak mahsulleri, sanayi üretimleri, bilgi ve bilişim üretimleri kadar silah üretimini de ihtiva ediyor. Üretimin pazarlanması, ihracat çok önemli bir dış politika motoru.

Başka ülkelere, devletlere, miletlere ne sattığınız, satabildiğinize göre dış politikada ağırlık kazanırsınız. Ürettiğiniz her şeyi herkese satamazsınız. Başka devletlerin ihtiyaçlarını takip ederek, ona göre üretim yapabilmek sizi güçlü devlet kılar. Askere ve güce dayalı dış politika her zaman ve herkese karşı yüz güldüren bir yol değildir. Mesela Rusya ile tarih boyunca 13 kere savaşmışız ve her defasında yenilmişiz. Ama buna rağmen Cumhuriyetin kuruluşu sırasında, daha sonra İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Recep Tayyip Erdoğan ABD ve Avrupa Birliğine karşı Rusya ile yakınlaşmaya kalkışmış ve yakınlaşmıştır. Her yakınlaşmanın da daha sonra faturasını ödemiştir.

Özetle, Türkiye durup dururken ABD ve Avrupa Birliğine karşı tavır almıyor. Mesela, Türkiye’nin iktisadi gücüyle ilgili. Her ekonomik kıriz öncesi ve sonrası bu uzaklaşma ve yakınlaşma gerçekleşiyor. Siyasi sebeplerin de payı her zaman var ama, esas mesele mali güç, ekonomik, iktisadi yeterliliktir. Bunun yolu da üretim ve pazarlar bulabilmekle mümkün olur. Dış politikada tek tarz var. Üretmek ve Pazar bulmak meselesi.