ROMANIN adı; ‘Kanıt, tanık, bilirkişi, Amigdala Unutmaz 2’, yazarı; Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, konu, ‘Bir hastanın özel anıları’, mağdur, doktorun 7 yıllık hastası Nermin Akyıldız. X Doktor, Robert Kolej mezunu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Pediatrik Nörolog ve yazar. Yazdığı kitabın ana teması, hastası Nermin Akyıldız’ın özel hayatı ve mahrem bilgileri ki; cinsel hayatı da içinde.

Yazmak güzel şey

Yazmak güzel şey. Hele bir doktorun kendi ihtisas alanında yazması. Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin yazarken, 2500 yıldan beri süregelen hasta tedavisinde mahremiyet, hastanın sağlığını, özel yaşamının dokunulmazlığını, bütünsel olarak tüm iyilik halini korumayı amaçlayan tıbbi etik kuralları çiğniyor. “Kişinin yaşamı ile ilgili olarak tedavi sürecinde ya da, tedavi dışında gördüğüm ya da işittiğim ne varsa başka birine söylemeyeceğim, bunları söylenmesi ayıp şeyler olarak kendime saklayacağım” diyerek ettiği yemini unutuyor. Dahası; Cenevre Bildirgesi andındaki; “Bana verilmiş olan sırlara, hastanın ölümünden sonra bile saygı göstereceğim” dediğini hatırlamıyor. Hatırladığı, daha doğrusu kayda aldığı bilgiler hastasının mahrem bilgileri.

10 yıl daha

Bir kitap yazıyor. Hastasının özel hayatını anlatıyor. Yetmiyor, hastalığını anlatıyor, dahası, renk katsın diye cinsel hayatını da kitaba ekliyor. Nermin Akyıldız ile doktorun tanışması tesadüf, daha doğrusu bir tanıdığın tavsiyesi üzerine oluyor. Akyıldız’ın hastalığı, doktorun ihtisas alanı olmamasına rağmen “Seni tedavi ederim” diyor. 7 yıl boyunca da ilaç ve terapi seansları ile tedavi ediyor! Nermin Akyıldız hastalığında gerileme olmadığı, daha da kötülediği için, doktorunu değiştiriyor, psikiyatrist Tuba Olgun’un kapısını çalıyor. Psikiyatrisi ilk seansta hastanın yanlış tedavi edildiğini görüyor ve 10 yıl daha sürecek bir tedavi başlıyor.

Tesadüf eseri

Nermin Akyıldız, özel hayatının romana konu olduğunu tesadüf eseri öğreniyor. Sadece o değil, ailesi, çocukları, arkadaşları, seveni, sevmeyeni, bütün Türkiye öğreniyor. Nermin Akyıldız, içine düştüğü bunalımdan hayatına son vermek ister. Annesinin mahrem hayatını öğrenen, çektiği acıları gören kızı da yaşamak istemez. Psikiyatrist Tuba Olgun, zorlu seanslardan sonra annekızı hayatta tutar. Doktor, birinci kitabından sonra ikinci kitabı çıkartır. Aile, haklarını aramak için mahkemeye başvurur. Ne de olsa;TCK 134 ‘e göre; “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin, görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle, ihlal edilmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.” Aile, adaletin terazisinin doğru tartacağına emindir. Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin hakkında; “İntihara yönlendirme, kasten yaralama, hakaret, haberleşmenin gizliliğini alenen ifşa etme, müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri açıklama, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlarından 50 yıl hapis istemiyle dava açılır.

Herkes yargıdan şikayetçi Paskal der ki; “Toplumların geleceğinin en önemli güvencesi olan adalet, bir toplumda en üstün değerdir. Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir.” Son aylarda nedense yargı en fazla tartıştığımız konu oldu. İktidardan muhalefete, iş adamından vatandaşa kadar herkes, yargıdan şikayetçi. Oysa yargı demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin en büyük güvencesidir. Adil olmayan ve yargısını adil çalıştırmayan bir ülkede huzur olmaz. Terazi; adaletin, vicdanın, yargıçların, göstergesidir.

Mahkeme başkanı; ‘Amsterdam Bildirgesi’nin 4,2. maddesinde ise; “hastaya ait bilgiler, yalnızca hastanın açık izni veya mahkemenin kesin isteği üzerine açıklanabilir” demesine rağmen, Prof. Dr Sabiha Paktuna Keskin için, “Sabit bir suç oluştuğuna dair kanaat oluşmadığından” beraat kararı verir. Hayatı izinsiz roman olan Nermin Akyıldız, kararı açıklayan hakime; “Verdiğiniz karar sonrasında vicdanınız rahat mı” diye sorar. Hakim; “ Evet, vicdanım rahat. Karara itiraz edebilirsiniz” der. Psikiyatrist Tuba Olgun’un karar tepkisi ise sert olur; “Mahkemenin verdiği beraat kararı güvendiği doktorundan darbeyi yiyen hastanın, güvendiği yargıdan ikinci ve telafisi mümkün olmayan bir darbe daha yemesidir. Bu karar sonrasında hastaların doktorlara olan güveni bitirilmiştir. Bu karar, adalet terazisinin haklıdan değil, güçlüden yana olduğunu göstermiştir.”