Dr. Orhan Karaoğlu, ABD'nin değişen Orta Doğu politikasının ve dünyanın karşı karşıya olduğu yeni krizlerin Avrupa ülkelerine ve bu ülkelerin Orta Doğu politikasına etkisini AA Analiz için kaleme aldı.

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) son 10 yıldır Orta Doğu'dan kademeli olarak geri çekilmesi, Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölgesel aktörlere kendi nüfuz hatlarını yeniden tanımlamaları için daha fazla manevra alanı bıraktı ve bölgesel diplomasi ile çatışmaya dönüş riski arasında gidip gelen bir uyum sürecini tetikledi. Ukrayna'da başka bir çatışmaya giren Avrupa; Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya olan enerji bağımlılığı ile NATO ittifakına olan güvenlik bağımlılığını artırarak, bu uyum aşamasının zorluklarıyla yüzleşmek konusunda kendisini daha az donanımlı bulduğunu ortaya koyuyor.

Orta Doğu'da tarihin son bölümünü karakterize eden gerginlikler görece azaldı. Bölgesel diplomasiye temkinli bir dönüş var. İran ve Suudi Arabistan'ın yıllarca süren vekalet çatışmasının ardından iletişim kanallarını açmasıyla Körfez ülkeleri arasındaki gerilimler hafifliyor ve Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini geliştirmek için çalışıyor. Tarihi Abraham Anlaşmalarıyla İsrail, Arap dünyası ülkeleriyle diplomatik ve ticari ilişkilerini normalleştiriyor. Ancak bölgesel işbirliği süreçleri, AGİT'in doğuşuna yol açan süreçte olduğu gibi bölgesel güvenlik koşullarını oluşturmaya yönelik oluşumlara yol açacak gibi görünmüyor.

Parçalı Avrupa diplomasisi Orta Doğu'ya hem sağlık ve iklim gibi insani alanlarda hem de siyasi cephede bir dizi zorluk getiriyor.

Yeni bölgesel diplomasinin dinamikleri

Devam eden diplomasi, çoğunlukla stratejik seçimlerin kapsamını artırmayı veya karşıt etki blokları yaratmayı amaçlayan tipte ve dolayısıyla işbirliğinden ziyade bir kutuplaşma etkisi yaratabilir. İsrail; Mısır ve Ürdün gibi diğer Körfez ülkelerine genişletmeye çalıştığı Abraham Anlaşmaları aracılığıyla Tahran'ı izole etmek için Arap dünyası ile ilişkilerini normalleştirerek İran karşıtı bir blok oluşturmayı hedefliyor. İran ise Arap dünyası ile diplomasisini hızlandırarak, Katar ve BAE ile ilişkiler kurarak, Suudi Arabistan ile diyalogdan yana tavır alarak tecritten kurtulmaya çalışıyor.

Suudi Arabistan, İran ile diyaloğa yatırım yapma konusunda temkinli ancak mevcut enerji kriziyle güçlenerek, ABD, Rusya ve Çin arasındaki çok kutupluluk dinamiklerini deneyimliyor ve kendisini küresel alana yansıtıyor.

İsrail ve İran arasındaki gerilimler, vekalet çatışmalarına, İsrail'in İran topraklarındaki operasyonlarına, İran'ın ABD üslerine saldırarak misilleme yapmasına ve karşılıklı siber saldırılara dönüşebilir. İsyanlar nedeniyle iç baskı ve nükleer program nedeniyle dış baskı altındaki İran, savunma pozisyonuna geçebilir. Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'daki müttefik gruplardan yararlanarak Riyad ile diyalog taahhüdünü gevşetebilir. Nitekim İran ve Suudi Arabistan arasındaki en önemli çatışma sahnesi olan Yemen'de ateşkesin uzatılamaması bu yönde bir ilk işaret.

Bununla birlikte parçalı Avrupa diplomasisi Orta Doğu'ya hem sağlık ve iklim gibi insani alanlarda hem de siyasi cephede bir dizi zorluk getiriyor. Örneğin; stratejik çıkarların, İran ile nükleer müzakereler, Körfez ülkelerine enerji bağımlılığı ve insan haklarının savunulması gibi ilkesel meselelerle uzlaştırılması gerekiyor. Özellikle Avrupa'nın "aynı ilkeleri savunmak için" bir çatışma olarak nitelendirdiği Ukrayna'daki savaşın kendisi için olumsuz yansımaları göz önüne alınınca bu düğümler ancak çok taraflı, yoğun, gerçekçi ve bütüncül diplomasi faaliyetleri ile çözülebilecekmiş gibi görünüyor.

Fakat Avrupa'nın muhtelif ülkelerindeki baskın eğilim, çok taraflı bir yaklaşımın inşasına zarar verecek şekilde bölge ülkeleriyle ikili ilişkileri güçlendirmek gibi görünüyor. Örneğin Fransa, ilki Ağustos 2021'de tamamen tek taraflı olarak Bağdat'ta düzenlenen Irak'taki bir dizi bölgesel lider zirvesini destekleme girişiminde özellikle ön plana çıktı. Bununla birlikte yine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron öncülüğünde Avrupa Siyasi Topluluğu Ekim 2022'de Prag'da toplandı. Macron, Ukrayna'ya yapılan saldırının ardından Rusya'ya karşı ortak bir cephe kurmayı umuyor. Macron'un bu önerisi Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterand'ın Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından Avrupa'yı birleştirmek için önerdiği teklife benziyor.

Fransa Cumhurbaşkanı'na göre Avrupa Birliği (AB), komşularıyla daha yakın hareket etmeli ve Türkiye, Ukrayna ve İngiltere de bu çemberin içinde yer almalı. Ancak Prag'daki zirvede pek çok soru açıkta kalmaya devam ediyor. Almanya şimdiden Fransa'nın bu hamlesine bir kısıtlama çağrısında bulundu. "Avrupa Siyasi Topluluğu" fikri, Avrupa'nın küresel meselelerde Washington'daki müttefiklerinden farklı hareket edebilmek için giriştiği bir hamle olarak değerlendiriliyor. Bununla birlikte bu adım, AB'nin Rusya ve Çin'e karşı ABD'nin yaklaşımından farklı bağımsız bir rol oynaması için elini güçlendirmek olarak da değerlendirilebilir. Bu fikrin eleştirilmesinin temelinde de oluşturulacak yeni grubun NATO'yu zayıflatabileceği kaygıları bulunuyor.

Yine Fransa Cumhurbaşkanı'na göre, "komşu bölgeleri, özellikle de Orta Doğu'yu istikrara kavuşturmak" için bu zirvede alınacak kararlar doğru cevap bulmaya yardımcı olabilir. Böylece AB üyelerinin yanı sıra aralarında Ukrayna, İngiltere ve Türkiye'nin de bulunduğu Avrupa ülkelerinin temsilcileri bir araya gelerek ortak politikaların oluşturulabilmesi için çaba sarf etmeliler. Ayrıca barış ve güvenliğin yanı sıra enerji, iklim ve ekonomi alanlarında da işbirliği yapmak bu zirvenin bir diğer jeopolitik amacı olarak görülüyor.

İngiltere'nin AB üyesi olmasa da AB'yi etkileyen farklı stratejisi, Fransız tek taraflılığı, Almanya'nın özgün tutumu, yeni İtalyan hükümetini aynı derecede tek taraflılıkla yanıt vermeye teşvik edebilir. Bu durum üye devletlerin politikalarının ortak bir cepheye katılmak yerine birbirlerini etkisiz hale getireceği bir kısır döngüye yol açabilir. Bununla birlikte Avrupa devletleri, bölgesel aktörler arasındaki çatışmanın tırmanmasını önlemek, İran ile Suudi Arabistan arasında devam eden diplomatik süreçleri desteklemek ve Yemen'deki ateşkes için İran'ın nükleer çalışmaları konusunda müzakereleri ayrı ayrı yöntemlerle yoğunlaştırmak isteyebilir.

AB ülkelerini farklı farklı stratejiler uygulamaya iten; Ukrayna'daki savaş, hızla artan enerji maliyetleri, Kuzey Akım boru hatlarının sabote edilmesi, Avrupa ekonomisinin baskı altında olması gibi endişe uyandıran koşullardır. Örneğin, Başbakan Olaf Scholz'un Çin ziyareti AB medyasında gündem oldu. Eleştiriler, Almanya'nın Çin politikasında AB'den ayrı tek başına hareket etmesine odaklandı. Bu konuda yalnızca AB içinde değil Almanya içinde bile birliktelik olmadığı göze çarpıyor. Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan koalisyonda Çin politikasında uzlaşma olmadığı hatırlatılıyor. Almanya'nın bu hamlesinin Almanya için "ekonomi insan haklarının üzerinde" izlenimi uyandırabileceği belirtiliyor.

Ulusal çıkarların öne çıktığı bir AB

Scholz'un Çin ziyareti, savaş ve ekonomik kriz döneminde AB ülkelerinin parçalanmış diplomasi çabalarına bir örnek olarak gösterilebilir. Batı ile Çin arasındaki küresel jeopolitik çekişmede AB'nin ABD ile tam bir işbirliği içinde mi olacağı yoksa daha realist ve özerk bir dış politika mı izleyeceği tartışmaları alevlenmiş görünüyor. Keza ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda AB'nin Orta Doğu'daki konulara bakışının ABD ile farklılık barındırabileceği ihtimali de beliriyor. Bu durum AB'nin kendi içerisindeki ayrışmaları da göz önüne çıkarıyor ve AB'nin zayıfladığı iddialarını savunanların ellerini güçlendiriyor.

Avrupa'nın karşılaştığı en büyük güçlüğün, AB üyesi olsun olmasın tek tek ülkelerin güvenlik ve enerji ihtiyaçları nedeniyle kendi çıkarlarının ötesine geçen ortak bir Avrupa politikası hazırlayamaması olduğu fikrine destek gün geçtikte artıyor.

Tabiatıyla ulusal çıkarları önceleyen ve böylelikle parçalanmış bir Avrupa'nın ortaya çıkmasını sağlayan girişimler ve normalleşme aşamasındaki bir Orta Doğu'nun bölgesel aktörlerle olan parçalı ilişkisi, Orta Doğu'da bölünmeleri daha da derinleştirebilir. Bu durum Orta Doğu'daki normalleşme çabalarını zedeleyebilir. Bununla birlikte küresel jeopolitik mücadele de Ukrayna-Rusya savaşının uzamasıyla ve AB üyesi ülkelerin tutumlarıyla farklı bir aşamaya evrilebilir.