Ukrayna adı bir görüşe göre Rusçada “sınır” anlamındaki “okrayna”dan geliyor. Yani Ukrayna; Slavların, Rus devletinin sınırıdır. Aynı kökten gelen ve Doğu Slavlarını temsil eden Ruslar ile Ukrainler arasında zaman içerisinde birtakım farklılıklar gelişmiştir.

Doğu Slavları Ruslar ve Ukrainlerin tarihi

Doğu Slavlarının ilk devleti Kiev Rusyası, diğer bir adıyla Eski Rus Devleti’dir. 12. yüzyılda bu devletin parçalanma sürecine girmesiyle topraklarında çok sayıda knezlik ortaya çıktı. Moğol seferleri sonrasında bu knezliklerin büyük bir kısmı Türk-İslam Devleti olan Altın Orda’nın hakimiyeti altına girerken, zamanla bugünkü Ukrayna’nın batı kısımları başta Litvanya Knezliği’nin, ardından Lehistan’ın içerisinde yer aldı. Bu husus, Ukrayna’nın özellikle batı kesimlerinin Katolikleşmesine yol açtı. Hatta bundan dolayı bölgede isyanlar vuku bulduğu gibi 1654’te Boğdan Hmelnitskiy başkanlığındaki Zaporog Ordası (bugünkü Ukrayna ve Belarus’un bir kısmı), Rusya’nın hakimiyetine girdi.

Ukrayna’nın tamamı ise ancak 18. yüzyılın sonunda Rusya İmparatorluğu’nun hakimiyetine girdi. Böylece uzun asırlardan sonra iki kardeş halk tek çatı altında yer almış oldu. Uzun süren bu ayrılık ise başta dil olmak üzere aralarında birtakım farklılıkların ortaya çıkmasına yol açtı. Nitekim “Ukrain” terimi de artık coğrafi anlamının yanı sıra etnik aidiyeti de ifade etmeye başladı.

SSCB’nin ardından

SSCB’nin yıkılmasıyla Rusya-Ukrayna münasebetlerinde yeni bir dönem başladı. Ukrayna, Rusya’dan sonra eski Sovyet coğrafyasında gerek nüfus gerekse de ekonomik potansiyel açısından ikinci büyük cumhuriyetti. Ancak hem Avrupa hem de Rusya için arz ettiği önem ve Ukraynalı siyasetçilerin bazı hataları nedeniyle ülke hem parçalandı hem de savaşın eşiğine geldi.

Avrupa Birliği (AB) ve Rusya, Ukrayna’yı kendi güvenliklerinin garantisi ve kendi “dünyalarının” birer parçası olarak görüyor. Rusya, Ukrayna’nın kendi liderliğindeki örgütlerde yer almasını istiyor. Öte yandan ülkenin gerek AB ile gerekse de NATO ile entegrasyon süreçleri bir netice vermiş değil.

“Renkli devrimlere” karşı “referandumlar”

Taraflar arasında asıl sorunlar ise 2004’te başladı. Bu tarihte Ukraynalı lider Viktor Yanukoviç, seçimlere hile karıştırmakla suçlanarak Batı destekli “renkli devrim” neticesinde iktidarı kaybetti. Yanukoviç, 2010’da tekrar cumhurbaşkanı olsa da 2014’te AB ile Ortaklık Anlaşması’nın imzalanmasını ertelediğinden yeni bir “meydan olayı” ile karşı karşıya kaldı ve bir kez daha iktidardan uzaklaştırıldı.

Rusya, genellikle Batı’nın bu gibi “renkli devrimlerine” referandumlarla yanıt veriyor. 2014’teki olayların ardından Kırım’da da benzer şekilde Rusya’nın inisiyatifiyle -Kırım Tatarlarının katılmadığı- bir referandum yapıldı. Tüm bunların neticesinde Ukrayna Kırım’ı kaybetti. Ülkenin doğusundaki Lugansk ile Donetsk da bağımsızlıklarını ilan etti. Yani Batı’nın desteklediği renkli devrimlerin sonucu Ukrayna’da da farklı olmadı. Ülke, tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi toprak kaybına uğradı ve mevcut sorunlarını çözemedi. Batı’nın Rusya’ya yaklaşık 10 yıldır uyguladığı yaptırımlar da bir netice vermedi.

Ukrayna krizi 2021’de yeniden alevlendi

Suriye, Afganistan ve uluslararası arenadaki diğer gelişmeler, Ukrayna meselesini ikinci plana itse de 2021’in sonunda kriz yeniden alevlendi. Aslında her şey Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağına dair istihbaratın ABD’de yayılmasıyla başladı. Kremlin, bir taraftan Ukrayna sınırına asker yığmasının kendi iç meselesi olduğunu söylerken, diğer taraftan ülkeye saldırma niyetinin olmadığını ifade ediyordu.

ABD, AB ve NATO yetkilileri ise Ukrayna’ya askeri teknoloji desteği vermelerine rağmen ülkeye asker göndermeyeceklerini ima etmeye başladılar. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması halinde ise Rusya’ya çok sert yaptırımlar uygulayacaklarını ifade ettiler. Öte yandan NATO yetkilileri Ukrayna’nın örgüte üyeliğinin şimdilik söz konusu olmadığını dile getirdiler. Tüm bu gelişmelerin ardından Batı’nın desteğinin oldukça sınırlı olduğunu gören Ukraynalı yetkililerin Rusya’nın kendilerine yakın zamanda saldırmayacaklarından emin olduklarını söyledikleri görüldü.

Sınırda yaşanacak herhangi provokatif olay şüphesiz çatışmalara ve dahi savaşa bile yol açabilecektir. Ancak Moskova’nın Ukrayna’ya saldırması da Lugansk ile Donetsk’in bağımsızlıklarını tanıması da şimdilik pek mantıklı görünmüyor. İki bölge, bu halleriyle bile Moskova’nın hem Ukrayna’ya hem de AB’ye karşı elini güçlendiriyor. Lugansk ve Donetsk’teki sorunlar var oldukça Ukrayna’nın NATO üyeliği de pek mümkün değil.

ABD-Rusya çekişmesi ve Ukrayna krizi

Diğer taraftan Rusya ile ABD arasında yürütülen görüşmeler, Ukrayna meselesinin Rusya-Batı mücadelesinin yalnızca bir boyutu olduğunu gösterdi. Nitekim bu görüşmelerde NATO’nun yayılma sürecinden, askeri teknolojilerini Doğu Avrupa ülkelerine yerleştirmesine kadar pek çok mesele ele alınıyor. Zira Rusya’nın, 2022 yılında NATO’dan sınırına iyice yanaşan askeri teknolojilerini geri çekmesini istemesi pek mantıklı değil. Rusya bu meseleleri birer pazarlık aracı olarak kullanıyor.

Pazarlık aracı olarak da olsa Rusya’nın bu konuları gündeme getirmesi, ülkenin birçok bölgede etkinliğini artırmasından kaynaklanıyor. Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını ilan etmesi ve Rusya’nın birer uydusu haline gelmeleriyle Moskova, Ermenistan’dan sonra bölgede yeni müttefikler buldu. Karabağ’a barış gücü gönderen Moskova, Kafkasya’nın tamamında kontrolün hala kendisinde olduğunu gösterdi. Rusya son yıllarda Orta Asya’da da konumunu güçlendirdi. Kazakistan’daki olaylar Rusya’nın ülkede ne kadar etkin olduğunu gösterdi. Suriye savaşında yaşanan gelişmeler de Rusya’nın Orta Doğu’ya dönmesini sağladı.

Kremlin tüm bunları elde ederken İngiltere’nin AB’den ayrılması, ABD’nin Suriye ve Afganistan’dan çekilmesi, AB ve NATO üyelerinin başta Ukrayna ve enerji güvenliği konuları olmak üzere birçok önemli meselede fikir birliğine sahip olmaması, Rusya’nın işine yaradı. Rusya ile Belarus’un iş birliğini artırarak Ukrayna konusunda birlikte hareket etmeleri, ortak tatbikatlar düzenlemeleri, Belarus’un Rus füzelerine ev sahipliği yapmak istemesi, Rusya’nın bölgedeki konumunu pekiştirdi.

Türkiye’nin arabuluculuğunun önemi

Rusya ile Ukrayna arasında olası bir savaş, bu iki ülke için de AB ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri için de istenilen bir durum değil. Batı’nın muzaffer olduğu bir savaşta belki de tek kazanan yanına Kanada’yı alan ABD olacak. ABD böylece hem Rusya için yeni bir cephe açmış olacak hem de AB’yi özellikle güvenlik konusunda kendisine muhtaç bırakacak. Ancak bütün bunlar Rusya ile Çin’in daha fazla yakınlaşmasından başka bir işe yaramayacak.

Şüphesiz Türkiye için de bu bölgede savaşın yaşanması aleyhine bir gelişmedir. Ankara iki ülkeyle de yakın ilişkiler kurmuş, aralarındaki sorunlara rağmen ikisiyle de iş birliğini devam ettirmeyi başarmıştır. Muhtemel bir savaş, her ikisiyle de ilişkileri olumsuz etkileyeceği gibi Türkiye açısından büyük önem arz eden bölgeyi de istikrarsızlaştıracaktır.

Bölgeye en yakın NATO üyesi olan Türkiye’nin tüm bunların dışında kalması da mümkün değil. Bu nedenle Ankara’nın arabuluculuk teklifi önemli. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 Şubat’ta Ukrayna’yı ziyaret edecek olmasının ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara’nın ziyaret teklifine olumlu yaklaşmasının önemi büyük. Bu nedenle Türkiye’nin bu teşebbüsünün bölgede tansiyonun düşmesini sağlayabilecek potansiyele sahip olduğunu not etmek gerekir.