Yazan: Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren
(AA)Bundan birkaç gün önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı, denizcilere ilanlar sayfasında araştırma gemimiz (A/G) Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’de sismik araştırma yapacağını ilan etti. Yunanistan’dan feryat koptu: “Türkler kıta sahanlığımızı ihlal ediyor!” 

A/G Oruç Reis’in ilan edilen araştırma sahası Meis Adası’nın güneyinde yer alıyor. Yunanistan bu deniz alanlarında Meis’e dayanarak hak iddia ediyor. Bu ölçüyü kaçırmış haksız taleplerin hedefi, Türkiye’yi Antalya Körfezi açıklarında dar bir deniz alanına hapsetmek ya da Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) kıta sahanlığı bağlamında birleştirmek mi? Yunanistan’ı bu anlamsız yaklaşımlara teşvik edenler onu çıkmaz bir yola soktular.


Yunanistan Meis Adası’nın kısa kıyılarıyla, aynı sınırlandırma alanına bakan Türkiye’nin en az on kat daha uzun kıyılarının Akdeniz açık deniz alanlarına erişiminin önünü kesmeye çalışıyor.

Kıta sahanlığı sınırlandırmasına ilişkin uluslararası hukukta üç ayrı grup kural var: 1958 Cenevre Kıta sahanlığı Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler (BM) 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi ve örf ve adet hukuku kuralları. Bu üç grup kural da kıta sahanlığı sınırlandırmasının hakkaniyete uygun olarak yapılmasını öngörür. Prensip olarak uluslararası andlaşmalar tarafları, örf ve adet hukuku kuralları ise herkesi bağlar. Türkiye 1958 ve 1982 sözleşmelerine taraf değil. Dolayısıyla, Türk kıta sahanlığına ilişkin bir sınırlandırmada teknik olarak örf ve adet hukuku kuralları uygulanacaktır.

Hakkaniyete uygun sınırlandırma, sınırlandırmaya esas alınan kıyıların uzunluğuyla ilgili kıyıların sahip olacakları kıta sahanlığı alanları arasında bir oran arar. Bu kıta sahanlığı sınırlandırmasında coğrafyanın üstünlüğü ilkesinin olağan bir sonucudur. Yunanistan Meis Adası’nın kısa kıyılarıyla, aynı sınırlandırma alanına bakan Türkiye’nin en az on kat daha uzun kıyılarının Akdeniz açık deniz alanlarına erişiminin önünü kesmeye çalışıyor.

Bunun için kullandığı eleştiriye açık birkaç argüman var. İlk olarak 1982 Sözleşmesi madde 121’den hareketle, adaların da ana karalar gibi kıta sahanlığına sahip olacağını savunuyor. Buna karşılık, kıta sahanlığı sınırlandırmasında ilgili devletlerin anakaralarına bakarak çizilen ortay hattın ters tarafında kalan adalara daha az ya da hiç kıta sahanlığı vermeyen uluslararası mahkemelerin yerleşik içtihadını görmezden geliyor. Çünkü ilgili Yunan adaları Türk ve Yunan anakaralarına bakılarak çizilen ortay hattın ters tarafında Türk kıta sahanlığı üzerinde bulunuyor. Bu coğrafi konumlarına bakarak Yunan adaları, kıta sahanlığına sahip olamayacaklardır. İkinci olarak sınırlandırmada ortay hatlar metodunu esas alıyor. Buna dayanarak Türk-Yunan kıta sahanlığı sınırın Anadolu kıyıları ile ona en yakın Yunan adaları arasındaki ortay hattı takip edeceğini söylüyor. Oysa, ortay hatlar sınırlandırma metodunun kendi başına bir değeri yok. Bu metot hakkaniyete hizmet ediyorsa uygulanabilir. Yani, kısa kıyılara küçük uzun kıyılara büyük kıta sahanlığı alanları veriyorsa uygulanabilir. Ortay hatlar hakkaniyete hizmet etmiyorsa başka sınırlandırma metotları uygulanır. Bunlardan biri de çevreleme (enclave) metodudur. Türk-Yunan kıta sahanlığı sınırlandırmasında ortay hatlar hakkaniyete hizmet etmiyor. Adaların kısa kıyılarına geniş kıta sahanlığı alanları verirken uzun Anadolu kıyılarının kıta sahanlığına sahip olmasını neredeyse engelliyor. Bu hakkaniyete uygun bir sınırlandırma değil. Uluslararası hukuka göre yapılması gereken, Türk kıta sahanlığı üzerindeki Yunan adalarını karasuları ile çevrelemektir.

Türkiye 27 Kasım 2019’da Libya’yla imzaladığı deniz yetki alanları sınırlandırması sözleşmesiyle Yunanistan’ın hukuksuz iddialarını tanımadığını ve tanımayacağını net bir şekilde ortaya koydu. Yunanistan, Türkiye-Libya sınırını ortadan kaldırmak için Mısır’la bir kıta sahanlığı sınırlandırma andlaşması yapmak isteyecektir. Böyle bir sınırlandırma andlaşması pek mümkün görünmüyor. Yunanistan’ın Türkiye karşısında ileriye sürdüğü Meis’i esas alan ortay hatlara dayalı sınır talebi, Mısır’a karşı ileri sürüldüğünde de hukuka aykırı olacak. Hem Türkiye’nin hem de Mısır’ın ilgili kıyıları, Meis’in kıyılarından çok daha uzun. Oysa Yunanistan, bu talebini haksız olduğunu bile bile Mısır’a karşı da ileri sürmek zorunda. Doğal olarak Mısır, Yunanistan’ın bu haksız talebini reddedecek, sınırın iki ülkenin ilgili kıyılarıyla orantılı olarak kuzeye doğru kaydırılmasını isteyecektir. Aksi hâlde Mısır, uluslararası hukuktan doğan kıta sahanlığı alanları üzerindeki haklarından bir kısmını Yunanistan lehine terk edecektir. Yunanistan Mısır’ın bu haklı talebini kabul edemez. Kabul ettiği takdirde, Türkiye’ye karşı ileri sürdüğü kendi kıta sahanlığı iddialarını kendisi çürütmüş olur. Meis’in güneyinde Mısır kıyıları daha uzun diyerek ortay hatlardan vazgeçen Yunanistan, aynı Meis’in kuzeyinde en az Mısır kadar uzun kıyılara sahip Türkiye karşısında ortay hatlara dayalı sınırlandırmayı savunamaz.

Öte yandan Yunanistan’ın A/G Oruç Reis’in araştırma sahası nedeniyle kopardığı feryat Paris’ten destek buldu. Bu destek, Yunanistan’ın iddialarının haklı olmasından kaynaklanmıyor. Fransa’nın Yunan yaygarasına destek vermesinin sebebi Libya’da yatıyor.

Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, başlangıçta Arap otokratları destekliyordu. Temmuz 2007’de Trablus’u resmen ziyaret etmiş, Kaddafi ile ilişkilerini düzeltmişti. Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam, bu ziyaretten birkaç gün sonra Le Figaro gazetesine verdiği bir demeçte 3 milyar avroluk Airbus, nükleer enerji santralı ve askeri ekipman alacaklarını, Rafale uçakları için görüştüklerini, Fransız şirketlerinin Trablus’a yeni bir liman inşası gibi imkanlar elde ettiğini, Veolia ve Suez şirketlerinin önemli sözleşmeler yaptığını, Thales ve Sagem ile görüşmelerin sürdüğünü, 100 milyon avroluk Milan anti-tank füzeleri alacaklarını söylüyordu. İşler planlandığı gibi gitmedi. Rafale ve nükleer santral görüşmeleri ilerlemedi. Eski Devlet Bakanı, Dışişleri ve Avrupa İşleri Bakanlığı görevinde de bulunan Michele Alliot-Marie, Arap Baharı’nın patladığı Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali rejimine protestoları bastırmak için yardım teklif etti. Fransa başta Arap ülkeleri olmak üzere dışarıdan ciddi tepkiler aldı. İçeride 600 bin civarında Tunuslu göçmen muhalefete geçti. Michele Alliot-Marie istifa etmek zorunda kaldı. Diktatörleri desteklemek, getirisi olmayan maliyeti yüksek bir tercih haline gelmişti. Sarkozy kıvrak bir hamleyle Libya’da muhalifleri desteklemeye başladı. Fransa, Libya müdahalesinde başı çekti.

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın danışmanlarından Sidney Blumenthal, Fransız istihbarat görevlileriyle yaptığı bir görüşmeyi açıklayarak Sarkozy’nin Libya’ya müdahale etme hevesinin gerçek sebeplerini ortaya koydu: Libya petrol üretiminden daha fazla pay almak; Kuzey Afrika'da Fransız nüfuzunu artırmak; Fransa iç siyasetinde durumunu iyileştirmek; Fransız ordusuna dünyadaki konumunu yeniden gösterme fırsatı vermek; danışmanlarının, Kaddafi’nin Frankofon Afrika’nın egemen gücü olan Fransa’nın ayağını kaydırmak için uzun dönem planlarına ilişkin endişeleri. 

Görüldüğü gibi bu beş sebepten üçüncüsü Sarkozy’nin şahsi çıkarlarıyla yakından ilişkili. Geri kalan dört tanesi ise Fransa’nın milli çıkarlarını temsil ediyor.  Bu kapsamda bugün de geçerli olduklarını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Uluslararası toplumun resmen tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) ve Başbakan Fayiz es-Serrac’ı desteklediğini söyleyen Fransa, bu hedeflerine ulaşmak için pratikte Trablus’un kapısına dayanan Halife Hafter’i destekledi. İkili oynayarak kazananın yanında çıkarlarını temin etmek güzeldi ama Ruslar da menfaatlerini Hafter üzerinden takip etmeye başlayınca işler karışacaktı.

Hafter sahadaki üstünlüğünün verdiği cesaretle 4 Nisan 2019’da Trablus’u ele geçirmek için bir harekât başlattı. Ateşkes girişimlerini reddetti ama işler düşündüğü gibi gitmedi. Türkiye’nin desteklediği UMH’ye bağlı güçler, Vatiyye Askeri Hava Üssü’nü ve Terhune kentini ele geçirdi. Sirte ve petrol bölgesi Cufra’ya yöneldi. Cufra Libya’nın en kıymetli hidrokarbon bölgelerinden biri. Sirte ise bu kıymetli havzanın uluslararası pazarlara çıkış kapısı. Sirte’yi kontrol eden hidrokarbon bölgelerinden gelen petrol ve doğal gaz boru hatlarının denize ulaştığı Sidre, Ras Lanuf, Marsa El-Brega ve Zuveytine’ye limanları kontrol eder. Fransa’yı ziyadesiyle rahatsız eden işte buydu. Libya’daki milli çıkarları zora girmişti.

Fransa Türkiye’nin rekabetini ortadan kaldırmak için NATO’dan yararlanmaya çalıştı ama olmadı. Serrac’ın başarısıyla Libya’da her şey bitmemişti. Ruslar, 2018’den beri Libya’da olan Wagner grubunun paralı askerlerini Beni Velid ve Sirte’ye çektiler. Rus jetleri Cufra Hava Üssü’ne indi (Kremlin bu konuda bir açıklama yapmadı). Rusların stratejik hedeflere işaret eden Libya’daki jetleri, ABD ve NATO’nun tehdit algısını artırıyor. Fransa Libya’da Ruslarla aynı safta. Bu durum ABD ve NATO yanında Türkiye’nin elini kuvvetlendiriyor. Fransa’nın Courbet adlı firkateyninin 10 Haziran 2020’de Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bağlısı Gökçeada, Gökova ve Oruç Reis firkateynleri tarafından taciz edildiği iddiaları NATO nezdinde itibar görmedi. NATO Bakanlar Toplantısında 30 müttefikten sadece 8’i Fransa’yı destekledi. Destekçiler içinde ABD ve İngiltere yoktu. Fransa NATO içinde yalnız kaldı ve Deniz Muhafızı Harekâtından (Operation Sea Guardian-OSG) çekildi.

Fransa şimdi, Türkiye’nin Libya’da varlık nedenlerinden biri olan Türkiye-Libya Deniz yetki alanları sınırlandırma andlaşmasının içini boşaltmaya çalışıyor. A/G Oruç Reis’in araştırma sahası nedeniyle tekrar ortaya çıkan ters taraftaki Meis’e dayalı hukuksuz Yunan kıta sahanlığı iddialarını bu maksatla destekliyor. Bu da çıkmaz sokak. Fransa telaşlanıyor ve hata yapıyor.

Fransa ile İngiltere arasındaki Kanal Kıta Sahanlığı uyuşmazlığı Hakem Mahkemesi’nin Fransız kıyıları önünde ters taraftaki İngiliz adalarını çevreleyen kararıyla çözüldü. Türkiye de uluslararası hukuka göre kendi kıyıları önünde bulunan ters taraftaki adaların çevrelenmesi gerektiğini söylüyor. Fransa, A/G Oruç Reis’in araştırma sahası sebebiyle Yunanistan’ın yanında yer alırken Kanal Kıta Sahanlığı uyuşmazlığında İngiltere karşısındaki kendi tutumuna ters düşüyor. Fransa, İngiltere karşısında kendi kıyıları önünde bulunan ters taraftaki İngiliz adalarını çevreliyor; Türkiye karşısında Türkiye kıyıları önünde bulunan ters taraftaki Yunan adalarına tam etki tanınmasını ve ortay hatlar esasında sınırlandırma yapılmasını destekliyor. Tam bir çifte standart. Fransa uluslararası hukuka uygun olanı biliyor ve kendi çıkarları için gerekeni yapıyor ama Türkiye karşısında haksız olan Yunanistan’ı destekliyor. Çünkü kimin haklı olduğu umurunda değil; Türkiye-Libya arasında imzalanan deniz yetki alanları andlaşmasını, dolayısıyla milli çıkarlarına aykırı gördüğü Türkiye’nin Libya’daki varlığını sona erdirmek istiyor.