Dr. Necmettin Acar, Ukrayna-Rusya Savaşı sonrası Orta Doğu'da derinleşen vekalet savaşlarını AA Analiz için kaleme aldı.

Joe Biden’ın ABD başkanlığına seçilmesiyle Orta Doğu’da yıllardır devam eden İran-Suudi rekabetine dayalı vekalet savaşlarında bir zayıflama eğilimi ortaya çıkmıştı. Katar ablukasının kaldırılması, İran-Suudi müzakereleri ve İran nükleer görüşmeleri, diplomasinin Orta Doğu’daki krizlerin çözümünde etkili bir seçenek olacağına dönük beklentiyi güçlendirmişti. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı sonrası bölgedeki vekalet savaşlarında bir tırmanma meydana geldi. Küresel enerji piyasalarında yaşanan gelişmeler ve Batı’nın Rusya’ya odaklanmasının bölgede yol açtığı güç boşluğu ile bölge ülkelerinin derinleşen güvensizlik algısı yeni dönemde vekalet savaşlarını tırmandıran en önemli unsurlar arasında sayılabilir.

Suudi Arabistan, petrol fiyatlarının düşük seyrettiği dönemlerde ılımlı ve reformist, arttığı dönemlerde ise saldırgan bir politika izliyor.

İran-Suudi rekabetinde tırmanma eğilimleri

Mart başlarında Pakistan’da Şiilerin gittiği bir camiye düzenlenen bombalı saldırıda 63 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 200 kişi ise yaralandı. Bu saldırılardan kısa bir süre önce gerçekleşen Pakistan-Suudi ortak askeri tatbikatı ve Pakistan’ın son dönemde Suudi Arabistan’a yakınlaşma eğilimleri sergilemesi, ülkenin tıpkı 1990’lardaki gibi İran-Suudi vekalet savaşlarına sahne olacağı endişelerini artırdı. Nitekim 1990’lı yıllarda Pakistan’da gerçekleşen Şii ve Sünni camilere yönelik çok sayıda saldırının arkasında İran-Suudi rekabeti olduğu bilinen bir gerçektir.

Pakistan’daki bombalı saldırıdan bir hafta sonra Suudi Arabistan’da, içinde Katif bölgesinden 41 Şii vatandaşın da bulunduğu, 81 kişinin idam haberi geldi. Suudi Arabistan’ın on yıllardır gerçekleştirdiği toplu infazların en büyüğü olarak kayda geçen bu idamları İran bir taraftan kınarken, diğer taraftan Suudi Arabistan’la Irak arabuluculuğunda yürütülen müzakerelerin tek taraflı olarak askıya alındığını guyuruldu. İdamları takip eden günde ise İran’ın Irak’ın Erbil kentine yönelik balistik füze saldırıları gerçekleşti

Bütün bu gelişmelere ilaveten Yemen’de gerilimin gittikçe tırmanması ve Suudi petrol tesislerine son günlerde artan Yemen kaynaklı saldırılar, Rusya’nın Ukrayna işgali sürecinde İran-Suudi vekalet savaşlarında yeni bir evreye girdiğimiz gösteriyor.

İran, doğal gaz piyasalarında artan pazarlık gücünü hem nükleer anlaşmaya ulaşmak hem de bölgede İsrail-Suudi statükosuna karşı koymak için bir kaldıraç olarak kullanmak istiyor.

Tansiyonun perde arkası

Bölgede İran-Suudi gerilimini tırmandıran temelde iki faktörden bahsedebiliriz: Enerji piyasalarındaki tıkanıklıklar ve ABD’nin Doğu Avrupa’ya odaklanmasının Körfez ülkelerinde yol açtığı güvensizlik algısı.

Öncelikle Ukrayna işgali petrol ve doğal gaz piyasalarında önemli sonuçlar ortaya çıkardı. ABD ve Suudi Arabistan’ın ardından dünyanın üçüncü büyük petrol üreticisi Rusya’ya yönelik yaptırımlarla günde 7,5 milyon varil petrol piyasadan çekilmiş oldu. Bu durum petrol fiyatlarında rekor artışlara yol açtı. 2021’in son günlerinde 70 dolar civarında olan petrolün varil fiyatı Rus petrolüne uygulanan yaptırımların da etkisiyle yaklaşık yüzde 50 artarak 130 doların üzerine kadar çıktı.

Petrolün aksine arz piyasasında az sayıda aktörün olduğu doğal gaz piyasasındaki durum daha da kritik. Küresel rezervlerin dörtte birine tek başına Rusya’nın sahip olması ve Avrupa’nın doğal gaz ihtiyacının yüzde 40’ını Rusya’dan karşılıyor olması Avrupa’da enerji güvenliği için yeni arayışlara yol açtı.

Enerjideki kırılganlık İran-Suudi rekabetine nasıl yansıdı?

Enerji piyasalarında yaşanan bu gelişmelerin İran-Suudi rekabetine başlıca iki yansımasından bahsedebiliriz. Avrupa’nın, Rus doğal gazına alternatif olarak küresel rezerv sıralamasında yüzde 17’lik oranla Rusya’dan sonra ikinci olan İran’a yönelme ihtimali ve piyasada azalan petrol arzıyla tırmanan fiyatların Suudi bütçesine yaptığı olağanüstü katkı.

Rusya’nın saldırgan politikaları sonrası Avrupa’nın doğal gazda alternatif arayışları ile Biden yönetiminin İran’la nükleer anlaşmaya dönme arzusunun birleştiği bir atmosferle karşı karşıya kaldık. Bu durum İran-Batı yakınlaşmasının gerçekleşme ihtimalini artırıyor. Bu gelişme tek başına Suudi Arabistan’ın İran karşısındaki güvensizlik algısını derinleştirmeye yetecektir.

Petrol fiyatlarındaki 50 dolarlık artış ise günlük 10 milyon varil petrol ihraç eden Suudi Arabistan’da devlet gelirlerinde yıllık 200 milyar dolardan fazla bir artışa yol açacaktır. Ülkenin petrol piyasalarında, arz yönünde ortaya çıkan aksaklıları kısa vadede karşılayabilecek yegane aktör olması Suudi Arabistan’ın Batı karşısında elini güçlendirmektedir. Nitekim Wall Street Journal’ın bildirdiğine göre, Ukrayna krizinin tırmandığı Mart ayı başlarında Muhammed bin Selman, Biden’ın görüşme talebini reddetti.

Muhammed bin Selman’ın The Atlantic dergisine mart başında verdiği uzun röportajda Biden’ın kendisinin yanlış anlayıp anlamadığı sorusuna “Basitçe umurumda değil” şeklinde yanıtlaması, Riyad yönetiminin tutumunu simgeleyen başka bir unsur olmuştur.

Yine mart ortalarında İngiltere Başbakanı Boris Jonson’un petrol piyasalarında istikrarı sağlayacak adımları zorlamak için Körfez bölgesine yaptığı ziyaret ise görünüşe göre çok başarılı geçmedi. Çünkü bu görüşmede ne Riyad ne Dubai yönetimi fiyatların Ukrayna işgali öncesi seviyeye dönmesi için gereken petrol arzını artırmaya yanaşması. Riyad yönetimini Batı karşısında bu kadar cesaretlendiren faktör petrol piyasalarında sahip olduğu eşsiz avantajlardır.

Riyad’ın Batı karşısında eli güçlendi

Böylece bir taraftan gelirleri artan diğer taraftan Batı karşısında eli güçlenen Riyad yönetimi, insan hakları ihlalleri ve Yemen’deki çatışma konusunda daha cesur adımlar atabilecek bir güce kavuşmuş oldu. Tarih boyunca Suudi dış politikasının seyrini yakından incelediğimizde ülkenin petrol fiyatlarının düşük seyrettiği dönemlerde hem içeride hem de dışarıda daha ılımlı ve reformist bir politika, petrol fiyatlarının arttığı dönemlerde ise hem içeride hem de dışarıda daha iddialı ve saldırgan bir politika takip ettiğini rahatlıkla görebiliriz.

Burada ABD’nin Rusya’ya odaklanmasının başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin güvensizlik algısını derinleştirdiğini de söyleyebiliriz. Rusya’nın Ukrayna işgalinin ABD’nin bir süredir Körfez bölgesinden çekilme eğilimlerinin hızlandıracağına yönelik endişeler, Suudi Arabistan’ı kendi güvenliğini sağlamak için daha şahin bir politikaya zorluyor olabilir. Yakın gelecekte Batı-Çin rekabetinin artacağına yönelik endişeler uzun yıllardır Çin ile yakın iş birliği geliştiren Suudi Arabistan’daki güvensizliği besleyen başka bir unsur.

Diğer taraftan İran, doğal gaz piyasalarında artan pazarlık gücünü hem nükleer anlaşmaya ulaşmak hem de bölgede İsrail-Suudi statükosuna karşı koymak için bir kaldıraç olarak kullanmak istiyor. Bu şekilde İran başta Rus doğal gazına bağımlı olan Avrupa ülkeleri olmak üzere Batı'ya “İsrail-Suudi eksenine karşı benim güvenliğimi ve çıkarlarımı korumazsanız enerji piyasalarındaki tıkanıklığı derinleştirebilirim” mesajını veriyor. Her iki ülkenin vizyonlarındaki bu değişim ise vekalet savaşlarının derinleşmesine yol açıyor.

Editör: Haber Merkezi