“Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın bile değil, direkt olarak Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını revize etmeye yönelik açıktan bir politika izlediği gerçeğini artık tüm uzmanlar dile getiriyor."

Rus askeri strateji portalı Topcor’da yayımlanan, M5 tarafından Türkçeye çevrilen analiz haberde,"Türk birlikleri önce kuzey Suriye topraklarında konuşlandı daha sonra ise Libya’dalar. Türk donanması, Yunan adalarıyla sorunu gerekirse zorla çözmeye hazır olduğunu mümkün olan her şekilde göstermektedir. Ayrıca zengin hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesiyle daha da şiddetlenen ve tanınmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sorunu konusunda da katı bir politika izlemektedir.

Rusya’nın Türkiye ile sorunu ise Türkiye’nin Rusya’nın ulusal çıkar alanlarına girmesidir. Bunun en büyük örneği; Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’daki Ermeni ordusunu sadece bir buçuk ayda yenmeyi başardığı Ankara’nın Bakü’ye aktif askeri yardımıdır. Türk generallerinin operasyonun planlanmasına yardımcı olduğu ve güçlü bir hava savunma sistemine sahip olmayan düşmanı yenmek için belirleyici rolü olan Bayraktar saldırı İHA’larını kontrol ettiği artık bir sır değil.

Şimdi Erdoğan Ukrayna sorununa da girdi ve burada Türk Bayraktar İHA’ları ve Ukrayna Deniz Kuvvetlerinin savaş kabiliyetini yükseltmek için Türk korvetleri tedarik ediyor.

Ukrayna’nın mevcut Güneydoğu bölgesinin tamamı (Novorossiya) bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı ve bir savaş sonucunda Rus İmparatorluğu’nun bir bölgesi oldu ve Kırım Hanlığı Büyük Liman’ın bir vasalıydı. Ankara’nın Transkafkasya ve Karadeniz bölgesindeki yayılmacı faaliyetleri şüphesiz bu geçmişi ile ilgili ve Türkiye eski günlerine geri dönmek için hareket ediyor.

Ancak tarihi olarak Osmanlı’nın ayak izlerinden bahsederken şimdi Erdoğan’ın “Büyük Turan” adlı projesinden bahsediyoruz. Erdoğan’ın fikrine göre, eski Sovyet cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Orta Asya’nın Türkçe konuşan tüm ülkelerini birleştirmesi gereken bir tür uluslarüstü pan-Türk gücü. Üstelik bugün Türkiye’de, Rusya’nın Türkçe konuşan tüm bölgelerinin Türkiye’nin etki alanına dahil olduğu planlar yapılıyor.

Peki egemenliklerini kısmen de olsa hırslı bir Erdoğan’a teslim etmeyi kabul eder? Başkan Aliyev’in buna neden ihtiyacı var? Rahmon’un buna neden ihtiyacı var? Mirziyoyev’in buna neden ihtiyacı var? Türkmenistan’da neredeyse bir yarı “tanrı” konumunda olan Berdimuhammedov’un buna neden ihtiyacı var? 

Evet bir pan-Türk fikri uğruna kimse egemenliğinden vazgeçmeyecektir. Ancak, siyasetin neredeyse her zaman güç ve ekonomi tarafından belirlendiği akılda tutulmalıdır. Ve Türkiye bu iki unsura sahip oluyor.

Yeni İpek Yolu’nun Orta Koridoru ve Akdeniz’e açılan penceresi statüsündeki Türkiye; Asya’dan Avrupa’ya uzanan bu umut verici ticaret yolunun nimetleri ve onun kilit unsuru olarak ana “moderatör” olmak niyetinde. Bunun için şartlar da müsait olarak görünüyor.

Başka bir deyişle, Orta Asya bölgesinde Türkiye’nin himayesinde karşılıklı yarar sağlayan ekonomik işbirliği için nesnel bir fırsat ortaya çıkıyor ve Türkiye bunu kullanmak için önemli adımlar atıyor. Buna bağlı olarak güç unsuru da devreye giriyor ve “Büyük Turan” projesi NATO bloğunun bir tür Orta Asya versiyonu olarak ortaya çıkmaya aday hale geliyor.

Ve bu adımları daha da güçlendirmek için şimdi Ankara daha da umut verici bir seçenek ile karşı karşıya. Afganistan’daki keskin bir şekilde ağırlaşan durum, Erdoğan için yeni bir fırsat penceresi açtı. Tüm yabancı işgalciler arasında tek NATO ülkesi olarak kalacak olan Türk ordusu, Afganistan’daki en kritik nokta olan Kabil Havaalanı’nın kontrolünü devralıyor. Ve Türkiye hedeflerine ulaşmak için istediği bahaneyi bulmuş oluyor. 

Bu durum; Türkiye’nin liderliğindeki Türkçe konuşan ülkeler arasında bir savunma ittifakı oluşturmak için tamamen kabul edilebilir bir neden. Türkiye bu bahane ile yayılmacı politikasına dayanak bulacak ve Aliyev’den Rahmon’a, Mirziyoyev’den Berdimuhammedov’a kadar herkesi ikna edecektir. Türkiye bunu başarırsa kendi bölgesi dışında Orta Asya’nın uzak ülkelerine de etkili bir şekilde hitap edecektir…”