Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, koronavirüs salgınıyla mücadelede bir sürpriz yaşanmazsa iç turizmi mayıs ayı sonunda başlatmayı düşündüklerini söylemişti.

Ersoy, “Böyle giderse ve gidişatta sıkıntı yaşanmazsa mayıs ayı sonu itibarıyle iç trafik başlayacak. Kontrollü iç hat uçuşlarıyla turizm sezonu açılacak. Bir sertifikasyon kurulu oluşturduk ve konaklamanın kurallarını belirledik. Çok kapsamlı bir kurallar bütünü. Konaklama tesisleriyle görüşmelerimiz sürüyor. Bu kurallara uymayı taahhüt edenlere sertifikasyon vereceğiz. Sertifikasyon alan tesisleri duyurarak, tatilciye ‘Buralara gidebilirsiniz’ diyeceğiz. Şehirlerarası seyahat ve iç hat seferleri de bu dönem başlayacak. Vaka açısından sıfır olan ülkelerle karşılıklı kapıları açabiliriz” demişti.

Peki o tesislere kim gidecek?

Bakanın bu açıklamasından sonra turizmin asıl önemli olan tarafı yani 'turisti' gündeme geldi.

Turizm başlayacak, tesisler açılacak; iyi güzel de peki o tesisleri kim dolduracak?

Bir kere yabancılar zaten gelmiyor. En çok turist çektiğimiz ülkelerden Rusya, bu sezon turizmi kapattığını çoktan açıkladı bile.

Avrupa da öyle... İngiltere, Almanya, kuzey ülkeleri... Hiçbirinde turizmin t'sinden bahsedilmiyor.

Sadece yerli turist dersen;

- O 5 yıldızlı sarayları andıran tatil köylerinden istenecek uçuk paraları koronavirüs nedeniyle ekonomisi zaten alt üst olmuş kaç Türk ödeyebilecek?

- Butik oteller, küçük moteller desen... Onların fiyatları tatil köylerinden de yüksek...

O halde buralara kim gidecek...

Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü de bugünkü yazısında bu konuya değindi. "Tatil zengin işi mi olacak?" başlıklı yazısında Güçlü, şu ifadelere yer verdi:
 
Korona salgını, hemen her şeyi çok değiştirdi. Değiştirmeye de devam edecek. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da kesin! Turizm ve seyahat alışkanlıklarımız da onlardan biri...

Uçak fiyatları uçacak çünkü yan koltuk boş kalacak.

Yemek fiyatları şişecek çünkü dört kişilik masaya en fazla iki kişi oturacak.

Plaj fiyatları cep yakacak çünkü üç şezlongluk yere ancak bir tane konulabilecek.

Oda fiyatları artacak çünkü hijyen ve sağlık masrafları katlanacak...

Fiyat artışı için daha onlarca neden sayılabilir ve hemen hepsi de moral bozmanın ötesinde bir işe yaramaz!

Bu noktadan sonra, asıl düşünülmesi gereken, sokağa çıkmaktan bile imtina edenlerin, tatile hazır hale nasıl getirileceği olmalıdır. Yoksa ne yaparsanız yapın, boşa kürek çekmenin ötesine geçemeyiz...

“Hangi oteller, tatil köyleri, müzeler, kentler, ülkeler, sanat galerileri, restoranlar, eğlence mekânları tatil yapmaya ya da ziyaret etmeye uygun?” gibi “Hangi ziyaretçiler, sağlık riski oluşturuyor ya da oluşturmuyor?” sorusu da önümüzdeki süreçte çok konuşulacak.

Tatile gitmek isteyen, önce gideceği yerin ne kadar güvenli olduğunu sorgulayacak, tesis sahipleri de gelenlerin, diğer ziyaretçiler için yaratacağı riski düşünecek. Çünkü her iki durumda da ciddi tazminat hakları ortaya çıkar ki, altından kalkmak mümkün olmayabilir!..

Herhangi bir yerde virüs kapmanızla, bir tatil beldesinde hastalığa kapılmanız çok farklı sonuçlar doğurabilir! Bu yüzden, turizm ve seyahat alanında faaliyet gösteren tüm kurumların bu ayrıntıya da dikkat etmelerinde yarar var. Tatil mekânlarını “sağlıklı bir ortam”, kişileri de “sağlıklı” diye belgelendirmek mümkün mü?

Bu yönde dünyanın dört bir yanında çalışmalar var ama ne kadar güven verici işte o tartışılır. Çünkü dün her şey yolundayken, bugün bir anda her şey tersine dönebiliyor.

Testler bir anda negatiften pozitife, tertemiz tomografi ya da akciğer filmleri de birkaç gün sonra çok farklı bir seyir izleyebiliyor... Erken teşhis ve tedavi yöntemleri konusunda, ülkemiz çok önemli bir yol kat etti ama yine de çok dikkatli olmakta yarar var...

Hiç umulmadık bir noktadan tesislere sızan bir virüs tüm önlemleri, yerle bir edebilir!..

Editör: Haber Merkezi