Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir tavaf esnâsında Kâbe’ye hitâben şöyle buyurmuştur; ‘’Ey Kâbe! Sen ne kadar güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin de ne büyük! Ama bu canı bu tende tutan Allâh’a yemin ederim ki, bir mü’minin Allah katındaki kıymeti, senin kıymetinden daha büyüktür.

Mü’minin malının ve kanının hürmeti de böyledir.’’ (İbn-i Mâce) Abdullah bin Amr’ın naklettiği bu hadîs-i şerîf, mü’min bir kulun, Cenâb-ı Hak indindeki yüksek değerini ifade etmektedir. Yine bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: ‘’Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize bakar.’’ (Müslim) Yani; ‘’kalpler, bir nazargâh-ı ilâhî’dir.’’ Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın nazar kıldığı bir kalbe diken batırmak, bir insanı yüzüne karşı ayıplayıp küçük düşürmek, hoşlanmayacağı sözlerle gıyâbında çekiştirip kötülemeyi huy edinmek, en büyük günahlar arasındadır. Rabbimiz âyet-i kerîmede bu kimseleri şöyle îkaz etmektedir: ‘’İnsanları arkadan çekiştirip kaşgöz işaretiyle eğlenmeyi âdet hâline getirenlerin vay hâline!’’ (el-Hümeze, 1) Yunus Emre Hazretleri de bir gönle ezâ vermenin ne ağır bir cürüm olduğunu şöyle ifade buyurmuştur: ‘’Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı, İki cihan bedbahtı, Kim gönül yıkar ise!’’

Ashâb-ı kirâm devrinde yaşanmış olan şu hâdiseler de, gönül incitmenin bir müslümana aslâ yakışmayan davranışlar olduğunu çok açık bir sûrette beyân etmektedir: Sahâbeden Sâbit bin Kays’ın kulağı biraz ağır işitiyordu. Rasûlullah Efendimiz’in meclisine geldiği vakit, yanı başına oturabilsin de O’nu rahat işitebilsin diye kendisine yer açarlardı. Yine bir gün gelmiş ve ‘’Açılın!’’ diye müsaade isteyerek insanların arasında ilerlemeye başlamıştı. Bir adam ona; ‘’Oturacak yer buldun, otur!’’ dedi. Sâbit öfkeli bir şekilde oturdu ve adamı göstererek; ‘’Bu kim!’’ diye sordu. O zât da kendisini tanıttı. Sâbit bin Kays; ‘’Filân kadının oğlusun!’’ diyerek onun annesini câhiliye döneminde ayıplandığı bir vasfıyla zikretti. Bunun üzerine adamcağız utanarak başını önüne eğdi. Bu hâdise üzerine; ‘’Ey îmân edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın!..’’ (el-Hucurât, 11) âyeti nâzil oldu. Aslında kimseyi incitmemek her ne kadar zor da olsa, nisbeten insanın elindedir. Tasavvufî terbiyenin bir hedefi de kula bu irâdeyi kazandırabilmektir.