Tarihçilerden Hüseyin Hüsamettin Efendi, Şerhu Esmail Mürselîn isimli kaynağa dayanarak tam 24 adet Türk asıllı peygamberin ismini nakletmektedir. Bu peygamberlerin ne zaman yaşadıkları, tevhid mücadeleleri, gösterdikleri mucizeler ve hangi boylarda görev yaptıkları şimdilik bilinmemektedir. Bilinen tek şey, İslam dinini tebliğ ederek Türk milletinin üzerinde kalıcı etkiler yapmaları ve bu cengaver milleti sevgili Peygamberimiz'in yoluna hazırlamış olmalarıdır.
 
Gerçekten de Türkler İslamiyet'le tanıştıktan kısa bir süre sonra toplu olarak Müslüman olmuşlar ve dünya tarihinde Asr-ı Saadet'ten sonra en kaliteli çağ olan Osmanlı dönemini kurmuşlardır. Türkler arasında görev yapmış şanlı peygamberlerin isimleri Türkçe olmakla birlikte, kaynaklara Arap imlası ve telaffuzuyla şu şekilde geçmiştir: Amun, Anuh, Barah, Cosan, Düvil, Gadat, Hamun, Hemudin, Hicalı, Hicil, Katın, Kedük, Karkıl, Laycu, Narin, Sakun, Salah, Savis, Takhım, Tamur, Umıd, Yahur, Yasan, Yevik. Tarihi kaynaklardan derleyerek özetlediğimiz bu bilgiler, Türkler'deki vahdaniyet fikrinin kökeni konusunda bize büyük ipuçları vermektedir. 

Türkler'le ilgili Hadis-i şerifler

Peygamberimiz'in Türkler'le ilgili pek çok hadisi şerif buyurdukları bilinse de bunların pek azı günümüze kadar gelmiştir. Peygamberimiz, gelecekle ilgili bazen genel, bazen de kişisel ipuçlarını ashabına vermişlerdir. Bunlardan birisi de istikbalde Türkler'le karşılaşılacağı ve onlara nasıl davranılması gerektiği konusudur. Bunlardan en bilineni, ashabın geneline buyurdukları, "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız" hadisi şerifidir. Bunun yanı sıra Türkler'in fiziki özelliklerinden, yaşantılarından da haber vererek, ashabını istikbalde yaşanacak bir dizi hadiseye hazırlamışlardır. Bu hadisi şeriflerin tümü, ålemlerin Efendisi'nin, Türkleri çok yakından tanıdıklarını gösterir. Ashabı kiramın da Türklerin kim olduklarına dair bir soruları olmamıştır. Bu, ashabın da Türkleri yakından tanıdıklarını gösterir. 

KABİLELER

Arabistan yarımadası son derece kozmopolit yapıya sahiptir. Hiçbir büyük devletin bu bölgeye girememesi, hür yaşamak isteyen pek çok toplumun bu bölgeye yerleşmesine neden olmuştur. Bu kabilelerden bazılarının Türk veya Türk kökenli olduğu tahmin edilse de henüz sağlam bir araştırma yapılmamıştır. Asrı Saadet'te yaşayan kabilelerden Tayy, Muharib (veya Harboğulları) ve Eslem gibi kabileler, bölgedeki diğer kabilelerden farklı özellikler taşıyorlardı. 
 
Arabistan'ın en ilginç kabilesi belki de Harboğulları kabilesidir. Kaynaklarda bu kabile dilleri anlaşılmaz, son derece korkusuz ve savaşçı bir topluluk olarak anılırlardı. Yağmacılıkları ile meşhurdurlar. Yaşadıkları bölgenin tamamen hakimiydiler. Kuzeydoğu Arabistan'da yaşamaktadırlar. Asrı Saadet'te Müslüman oldukları andan itibaren pamuk gibi olmuşlardır. Hayır ve hasenatta yarışan, bölgelerinden geçen ticaret kervanlarını gözleri gibi koruyan bir topluluk olup çıkmışlardır. 
 
Bunların soyundan gelen günümüz Mısırlı araştırmacı Muhammed Harp, Harboğullarına mensup olanların isimlerinde Türkçe kökenli kelimeler bulunduğuna işaret etmiştir. Biraz sonra bahsedeceğimiz gibi Dicle bölgesinde yaşayan Türk boyları Bedr hazırlıkları sırasında Efendimiz'e elçi göndermişlerdi. Bunlar büyük ihtimalle Harboğulları'yla bağlantılı boylardı. 
İlginç sonuçlar

Asrı Saadet'teki şahıs isimleri Arapça veya başka dilden geçse de Arapçalaşmıştır. Şahıs isimlerinin kökeni hakkında henüz bir teknik çalışma da yapılmamıştır. Bu nedenle isimlerin hangisinin Türkçe'den geçtiğini bilemiyoruz. Ancak Ashab-ı kiramın hayat hikâyelerini incelediğimizde ilginç sonuçlar elde edebiliyoruz. Mesela Salim, Büreyde b. Husayb, Ebu Bekre gibi pek çok sahabenin hayatı, önemli ipuçları vermektedir. 

Türk atı/Kutaf 

Şahıs ve kabilelerin dışında, Asrı Saadet'e ait bazı hatıralarda da Türk izlerine rastlamak mümkündür. Mekke veya Medine'de bir gece çok şiddetli bir gürültü duyulur. Şehir halkı ne olup bittiğini anlamak için evlerinden fırladıklarında Sevgili Peygamberimiz'i sesin geldiği istikametten gelirken görürler. Efendimiz, sesi duyduğu anda en yakındaki ata binerek hızla olay yerine gitmişler, önemli bir şey olmadığını görünce geri dönmüşlerdir. Kullandıkları at, ashabı kiramdan Ebu Talha'nın Kutaf cinsi atıdır. Bütün özellikleriyle (kısa bacaklı, çevik dönüşler yapabilen olması vb.) bir Türk atıdır. Efendimiz bu ata dua ederek, "Deniz gibi" buyurmuşlardır. Kutaf cinsi atlara bu nedenle , Bahr/Deniz adı verilmiştir. 

Kubbetut Türki /Türk çadırı 

Şimdi gelelim Türk tarihinin en önemli noktalarından birine... Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas; Efendimiz'in Bedr Savaşı'nda girdikleri yuvarlak bir çadırdan bahsetmektedir. Yine 627'de Hendek Savaşı hazırlıkları yapılırken Efendimiz, kendisi için kurulan bir çadıra yerleşmişlerdi ki bu çadır Kubbetü't Türki/Türk çadırı olarak isimlendirilmektedir. Sevgili Peygamberimiz, çadırın kurulmasında yardımcı olmuşlar ve kuşatma süresince bu çadırda bulunmuşlardır. 
 
Başka bir ifadeyle Kubbetü't Türki Efendimizin otağı, karargâhı olmuştur. Yine bu çadırın en büyük özelliklerinden birisi de Efendimiz'in ünlü, İstanbul'un fethedileceğini müjdeledikleri hadisi şeriflerini kuşatma günlerinde bu çadırın gölgesinde buyurmuş olmasıdır. Yine Efendimiz'in mescidde itikâfa çekildikleri çadır, Kubbetü't Türki ismiyle anılmaktadır. Ünlü Hudeybiye anlaşması, bu çadırda imzalanmıştır. Dahası, Mekke'nin fethine gidilirken de bu çadır Efendimiz'le birliktedir. İslam ordusu, Mekke yakınlarındaki Merru'z Zahran mevkiine gelince çadırını kurdurmuşlardır, eshabıyla burada istişare etmişlerdir. Mekke'nin yönetici olan Ebu Süfyan b.Harb'i bu çadırda kabul etmişlerdir. İslam ordusu birkaç koldan Mekke'ye girerlerken Sevgili Peygamberimiz, bugün Cennetü'l Mualla kabristanının bulunduğu Hacun'da çadırlarını kurdurmuşlar, harekatı buradan idare etmişlerdir. 
 
Bu çadır, Efendimiz'in vefatlarından sonra şüphesiz muhafaza edilmiştir. Ancak akıbetinin ne olduğu hakkında henüz bir kayda rastlanmamaktadır. Ancak Efendimiz'in her davranışını uygulamaya çalışan ashabı kiram, onun bir Türk çadırında itikafa çekilmesini sünneti seniye olarak tatbik etmişlerdir. Mesela ashabı kiramdan Ebu'd Derda'nın hanımı Ümmü Derda, Şam'daki Emeviye Camii'nde kurulan bir Türk çadırında itikafa çekilmişti. Bu çadırın Efendimiz tarafından kullanılan çadır olup olmadığı bilinmemektedir. 


Elçiler yılı 

Meşhur "elçiler yılı"nda Hz. Muhammed'i ziyarete gelen kabileler arasında Türkler'in olup olmadığı tam araştırılmamıştır. Ancak bundan çok daha önceki yıllarda Dicle yöresinde yaşayan Büğdüz - Aman Hanedanı temsilcisi, çeşitli Türk boylarının ilbeği olarak 622-623'te Medine'ye elçi olarak bir heyetle gelmiş ve Hz. Muhammed'in huzuruna çıkarak Müslüman olmuşlardır. 
 
Bu çok önemlidir. Zira Türkler'in Dicle yöresinde kuvvetli bir topluluk olarak bulunduklarını gösterir. Bunlar, İran Kisrası Nuşirevan tarafından Doğu Roma sınır boylarına yerleştirilmiş olan Türk boylarındandır. Bu sınır kuşağı İran'ın en nazik bölgesidir. Buraya kendilerine bağlı savaşçı toplulukları yerleştirerek başkentleri Medayin/Ketesiphon'u emniyete almak istemişlerdi. İşte bu boylar Medine'ye elçi göndermişlerdir. Gelenlerin bir kısmının Medine'ye yerleşmesi kuvvetle muhtemeldir. O zaman Uhud ve diğer savaşlarda da Efendimiz'in ashabı arasında Türkler'in bulunduğu akla gelebilir. Dahası, Sevgili Peygamberimiz'in kullandıkları Kubbetü't Türki'nin kaynağı hakkında bir ipucu verebilir. 
Hz. Muhammed'in üzüntüsü 

Hz. Muhammed, 630 yılında bir gün Medine'de hanımlarından Ümmü Seleme veya Zeynep bnt. Cahş annemizin odasında iken, sıkıntı duyarak bunalırlar. Durumu farkeden annemiz sebebini sorar. Efendimiz, doğuyu işaret ederek; "Şu anda Zülkarneyn'in seddinden yüzük genişliğindeki bir delik açıldı" diye üzüntüyle haber verirler. Efendimiz'in üzülmelerine sebep olan hadise ne idi? Henüz bir açıklama getirilememiştir. Bu tarihte doğudaki en büyük olay, Doğu Göktürk ordusunun devasa Çin ordusu tarafından imha edilmesidir. Bu savaşta Türk Hakanı esir düşmüş ve Doğu Göktürk devleti yıkılmıştır. Bu yıkılma ile Orta Asya'daki dengeler altüst olur ve Türklerin dar bir alana hapsettiği Çin tamamen serbest kalarak sınırlarını genişletmeye başlar. Batı Göktürk Devleti de kısa sürede yıkılır. 

Ve Kürşad ihtilali

Esir edilen Göktürk ileri gelenleri Çin'e esir olarak götürülür. Tarihe Kürşad ihtilali olarak geçen ayaklanma bu yıkılmadan hemen sonra Çin'de esir edilen Türk prensleri tarafından organize edilmiştir. 

Doğu Türk Hakanlığını yıkan ve kağan soyundan olanları başkentlerine götürüp bunlara kontrol altında tutabilecekleri görevler veren Çinliler, Türklerden tamamen kurtulmak için Türk halkını yok etmeyi, Çinlileştirmeyi düşündüler. Onun için Türklerin büyük bir bölümünü Çin Seddi boyuna yerleştiler. Fakat bu baskı Türklerin direncini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. 
 
Dillerine, örf ve âdetlerine sımsıkı sarıldılar, öç almak için bilendiler. Elli yıl süren esaret hayatında fırsat buludukça baş kaldırlar. Bu baş kaldırmalardan biri Türk tarihinin altın sayfalarını oluşturur ve "Kürşad İhtilali" olarak anılır. Türk Prensi Kürşad, eski Türk kağanlarından Çuluk'un küçük oğlu idi. Çin İmparatorunun saray muhafız kıtasında görevli bulunuyordu. 
 
O sırada Çin İmparatoru Tang sülalesinden Tay-Çung idi. Kürşad, otuz dokuz arkadaşı ile, Türk devletini diriltmek, esaretten kurtarmak için gizli bir ihtilal komitesi kurmuştu. Son derece vatansever, cesur, güçlü ve keskin nişancı olan kırk kişi bir darbe planı hazırladılar. İmparator Tay-Çung, bazen hükümdar kıyafetiyle bahçede, bazen de geceleri kıyafet değiştirerek şehirde tek başına dolaşmaya çıkardı. Onu yakalayıp Türk illerine kaçıracak, Çin sarayında esir bulunan Türk soyluları ve Çin işgalindeki Türk toprakları ile takas edeceklerdi. Sonra da bütün Türkleri ayaklandıracaklardı. 
 
40 Türk genci için Çin imparatorunu kaçırmak zor değildi. Gizli komite o gece imparatorun saraydan çıkacağını haber almış, birbirlerine harekete geçeceklerini bildirmişlerdi. Kürşad'ın arkadaşları, görevlerini bırakarak kararlaştırılan yere geldiler. Fakat, o gece ansızın büyük bir fırtına patlak verdi ve imparator sarayından çıkmadı. Planı ertelemek tehlikeliydi. Çünkü görevden ayrıldıkları anlaşılacak, ihtilal hazırlığı duyulacaktı. Bu, bütün esir Türklerin kılıçtan geçirilmesine sebep olabilirdi. Onun için 40 Türk yiğidi, imparatorun çıkmasını beklemeden sarayı bastılar. 
 
Yüzlerce saray muhafızını öldürdüler. Ancak, kaçıp kurtulanların haber vermesi üzerine Çin ordusu saraya doldu. Bu durumda imparatoru kaçıramazlardı. Kürşad, sarayı terketmek, planın ikinci kısmını uygulamak, yani "saray ahırına hücum" emrini verdi. 40 yiğit ahırdaki muhafızları ve seyisleri de öldürerek atlara binip şehir dışına sürdüler. Fakat bütün bir ordu peşlerindeydi. 
 
Şehir yakınındaki Vey Irmağı'na gelince mecburen durdular.Derhal cephe alıp savaş durumuna geçtiler.Burada da yüzlerce Çin askerini öldürdüler. Ordu çok kalabalıktı. Türk yiğitleri kanlarının son damlasına kadar vuruşarak can verdiler. İhtilal başarılamadı ama, esir Türklerin gönlündeki hürriyet ateşi büyüdü büyüdü ve dalga dalga bütün Türk illerine dağıldı. Bu olay 639 yılında olmuştu. İhtilâl ateşi 41 yıl sönmeyecek ve 41. yılda bağımsızlıklarını kazanacaklardı. 
Göktürk devletinin yıkılmasını, Oğuz Türkleri'nin Asya steplerinden tasfiye edilmesi takip etmiştir. Belki de Sevgili Peygamberimiz gelecekte İslam'a hizmet edecek koca bir milletin atalarının zor durumda kalmalarına mübarek gönülleri elvermemiş, incinmişlerdi. Nitekim ilk Müslüman Türkler, Göktürk boyları içinden çıkmıştır. Dahası ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar, Göktürk devletinin bir uzantısıdır. İslamiyet'in etrafında çelik bir duvar örerek özünün dejenere olmasını önleyen İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Buhari, Bahaeddin-i Buhari vb. alimlerin ve talebelerinin kökeni araştırıldığında yine Türk oldukları görülür. Yine kurulan hemen tüm Müslüman Türk devletlerinin köklerinde Göktürkler'in izleri görülür. 

YARIN: TÜRK ELİ'NE DOĞRU  
 

Editör: Haber Merkezi