Tarık Tavadoğlu

İngiltere ve Fransa'nın ardından gerek Ortadoğu'ya gerekse dünyanın başka bölgelerine egemen olan emperyal güç elbette ki ABD oldu. Ancak ABD de Üçüncü Dünya'nın dört bir yanında kanlı rejimleri destekledi, faşist cuntalarla işbirliği yaptı, terörist gruplara yardım etti. 

Vietnam'ı bu reelpolitik vizyonla harabeye çeviren ABD, Irak'ı ve Suriye'yi  bu planla işgal etti. Ancak durum ortada süper güç bölgede batağa saplanmış vaziyette. ABD'nin Ortadoğu'daki stratejisi de aynı yönde gelişti. Şimdi aynı senaryoları Suriye'de oynuyor. ABD'nin Ortadoğu'daki varlığı, Ortadoğu'ya "nizam" getirmedi. Aksine, İsrail saldırganlığını ısrarla destekleyerek bölgedeki kaosun temel nedenlerinden biri oldu. Bugün de hâlâ durum böyledir. ABD'nin zoruyla yürüyen barış süreci, Filistin tarafına getirdiği dayatmalarla, bölgede yeni sıkıntılara yol açacak bir niteliktedir.Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi olarak, eski Osmanlı toprakları üzerinde bir nüfuz elde etme imkanına sahip olduğu zaman zaman dile getirilen önemli bir gerçektir. Ancak bundan daha da önemli olan, Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'ya "nizam" getirmiş olan yegane gücün mirasçısı olmasıdır. 

MİRASI SAHİPLENMEK

ORTADOĞU'ya baktığımızda bu bölgenin de eski Osmanlı vilayetlerinden  oluştuğunu görürüz. Bu durum Türkiye için büyük bir avantajdır. Türkiye bu tarihsel mirası daha etkili bir biçimde sahiplense, Ortadoğu'daki taraflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynayabilir, bölgede büyük bir nüfuz elde edebilir. Fransa bile, bölgeye olan uzaklığına rağmen, Suriye ve Lübnan'da geçirdiği bir kaç on yıllık sömürge döneminin hatırasına, Ortadoğu'da nüfuz elde etmeye çalışmaktadır. Suriye hayalini ise hâlâ sürdürüyor, Hem de bölgeye "nizam" değil, karmaşa getirmiş bir güç olmasına rağmen.Bu tabloya baktığımızda Türkiye'nin stratejik ufuklarının çok geniş olduğunu görürüz. Türkiye, eğer sahip olduğu Osmanlı mirasını ekonomik ve siyasi güçle desteklerse, gerçekten de 21. yüzyılda çok önemli bir bölgesel güç olabilir. Türkiye bu Osmanlı mirasına ciddi bir biçimde sahip çıkmalıdır. Bu noktada yapılması gereken önemli işlerden biri, Osmanlı'nın kurmuş olduğu "nizam"ı tarihsel delilleriyle ortaya koymak ve dünyaya anlatmaktır. Ortadoğu, dünyanın sayılı istikrarsız bölgelerinden biridir. Soğuk Savaş döneminde Arap-İsrail savaşlarından, bölge dışı güçlerin bölgeye müdahalesi ve İran Irak savaşından dolayı bölge zaten dünyanın istikrarsız bir bölgesiydi. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra yeni problemler ortaya çıktı; Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgali bariz bir örnektir. 

CİHAN DEVLETİ'NİN ARDINDAN

OSMANLI’nın asırlarca huzur içinde idare ettiği ve her çeşit milletin, dinin bulunduğu ülkeler, bugün huzura muhtaç. Osmanlı’nın çekildiği bütün topraklarda bir asırdır kan ve gözyaşı var. Basra’dan Budin’e kadar olan bölgelerde asırlarca süren Osmanlı hakimiyeti günümüz dünya politikasına da tesir eden derin izler bıraktı. Orta Doğu ya da Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika’nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölge. Akdeniz’den Pakistan sınırına kadar uzanır ve Arap Yarımadası’nı kapsar. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından literatürde kullanımı yaygınlaşan ‘Ortadoğu’ kavramı, ilk defa Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan (ölümü 1914) tarafından kullanılmıştır.

Mahan, Ortadoğu kavramını, 1902 yılında National Review’de yayınlanan ‘The Persian Gulf and International Relations’ başlıklı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır. Günümüzde, Ortadoğu’da kaldırılan her taşın altından Osmanlı İmparatorluğu’nun izleri ve adaleti çıkıyor. ‘Cihan devleti’ kimliğiyle dünyaya 600 yıl hükmeden Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve öncesinde büyük devlet adamları Şeyh Edebali, Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi’nin verdiği öğüt ve vasiyetler, aradan 7 asır geçmesine rağmen halen geçerliliğini koruyup başarılı devlet idaresine ilişkin ip uçları veriyor. Tarihi açıdan Osmanlı’nın çöküşü problemin başlangıç noktasını oluşturdu.

Osmanlı çöktükten sonra Ortadoğu coğrafyasının bütün dengeleri değişmiş; diktatörlükler, krallıklar, farklı yapılar farklı problemleri beraberinde getirmiştir. Günümüzde ise ‘Ortadoğu’ denince akla kan, her gün vahşet, işgaller, katliamlar, çatışmalar, tecavüzler geliyor. Osmanlı’nın o topraklardan ayrılmasının ardından Ortadoğu insanı huzuru, mutluluğu, adaleti unuttu. Sokağa çıkmaya cesaret edemiyor. Sokağa çıkmasa da ölüm ve zulüm onu her an evinde yokluyor. Bu, aslında ABD- İsrail ikilisinin hayalini kurduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin ürünü olan bir Ortadoğu manzarası. ABD ve İsrail, yerli taşeronları da devreye koyarak durmadan sivilleri katlediyor. Birisi “Yahu ne yapıyorsunuz” diyerek biraz doğrulacak olsa hemen oracıkta infaz ediliyor. İşgalciler tanklarlatüfeklerle mahallelere, sokaklara, evlere dalıyor, ne var ne yok yıkıp, ezip geçiyor, silahsız siviller kurşuna diziliyor. ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da yaptıklarını dünyada bilmeyen yok, ama sesini çıkartan da yok. Bölgedeki petrol gelirini kapma yarışı insan hayatını hiçe sayıyor.

Ortadoğu’da neler olduğunu anlamak için önce o bölge üzerinde oynanan hem kanlı hem de kirli oyunların neden ve kimler tarafından oynandığını bilmemiz, iyi analiz etmemiz gerekir. Ve bu oyunun tabii ki de galipleri yeni dünya ve barış düzenini getirecekleri yalanını uyduran ve başka topraklar üstünde ve canlı piyonlarla sadistçe ve acımasızca kötü emellerini gerçekleştiren insan haklarının savunucusu olduğunu iddia eden güçlü devletler. Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki, petrol piyasası tarih boyunca emperyalist ülkeler tarafından kontrol edilmek istenmiş, küresel diktatörler bu uğurda savaş dahil her yolu denemişlerdir. İngiltere eski başbakanlarından Winston Churchill’in 1936’da Avam Kamarası’nda ifade ettiği ‘Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir’ sözü bile bu yalın gerçekliği ve Ortadoğu’da yaşananları açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye hariç bölge ülkeleri ise ‘Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir’ mantığıyla hareket edenlerin kurduğu tuzaklara düşmeyi sürdürüp kim güçlü ise onun kayığına binmeyi ve kendi neslini katledenleri alkışlamayı, halkına baskıyı yeğliyor. Ortadoğu’daki bu yöneticilerin, ya da yönettiğini zannedenlerin Şerif Hüseyin’in sonunu döne döne okumalarını tavsiye ederim. Sonuç olarak kendi senaryoları olmayan ülkeler başkalarının yazdığı senaryolarda figüran rolü oynamaya mahkûmdur. Zayıf ülkelerin ise senaryo yazması mümkün olmadığı gibi başkalarının dış politika aracı olma seviyesinden ileri gitmeleri de mümkün değildir.


Yarın: Fatih ve Yahudiler
 

Editör: Haber Merkezi