22 Ekim 1938 günü sabah normal vaktinde ve hiçbir şey olmamış gibi uyandı. Yanına ilk giren, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak oldu. Atatürk: “Gel bakalım” dedi. “Biz gittik geldik. Bu doktorlar adeta insana can veriyorlar.” Sonra da sorguya başladı: “Bana ne oldu?” Önceden bu soruya karşı standart bir yanıt, daha doğrusu tek tip bir yalan hazırlanmıştı: “Biraz fazlaca ve derince uyudunuz efendim.” “Ya bu karyola niye değiştirilmiş?” “Temizlik yapmak lazımdı, aynı zamanda bir değişiklik olur diye de düşündük.” Atatürk bu kısa ve kaçamak yanıtlardan neler olup bittiğini tahmin etmişti. Genel sekreterini bu sıkıntıdan kurtarmak için: “Ne ise...” dedi, “gerisini sormayacağım.” Gerisini herkes gizledi, ama ‘’büyük sırrı’’, küçük Ülkü ele verdi. Ata’nın yanına girince, bütün tembihlere rağmen gözyaşlarını koyuverdi. Her şeyi, bu küçük gözyaşları anlatmış oldu.

BAYRAM VE GÖZYAŞI

Nihayet 29 Ekim geldi. O gün Cumhuriyetin 15. yaş günüydü. Ankara Hipodromu’ndaki törenler öncesinde Celal Bayar Ata’nın orduya mesajını okurken, O, sarayda kısılıp kaldığı yatağında Salih Bozok’a durup durup, “Ah Ankara... Ah Ankara’ya gidemedik...” diye yakınıyordu. Akşam olunca havaî fişekler gökyüzünü aydınlatmaya ve patırtıları duyulmaya başlandı. Atatürk bu gürültüyle uyandı ve zile basıp sofracı Kâmil’i çağırdı. “Bu patırtılar nedir?” diye sordu. Sofracı Kâmil, Atatürk’ü üzmemiş olmak için: “Gök gürlüyor Paşam” diye yanıtladı. Atatürk, yanıtın amacını ve saflığını anlayınca dudağının kenarıyla gülümsedi ve: “Hadi, enayi...” dedi. Yaverleri ilgililere telefon edip, havaî fişek gösterisinin durdurulmasını istediler. O sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. 29 Ekim törenlerinden dönen Kuleli Askerî Lisesi öğrencilerini taşıyan vapur Dolmabahçe önünden geçiyordu. Öğrenciler vapurdan, “Atamızı görmek istiyoruz” diye bağırdılar. Ardından da İstiklal Marşı’nı ve 10. Yıl Marşı’nı söylemeye başladılar. “Çıktık açık alınla/ 10 yılda her savaştan” dizeleri Dolmabahçe’nin hüzünlü duvarlarında çınladı. Kılıç Ali anlatıyor: ‘Varol... Yaşa...’ sesleri göklere çıkıyor, gençlerin bu coşkun tezahüratı etrafı çınlatıyordu. Geri çekildim. Kapının önündeki paravanın arkasından Atatürk’e baktım. Yatağında doğrulmuş, oturuyordu. Atatürk, gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Yanındakiler, son düşmanı ölümle savaşan bu kudretli adamın ilk kez o gün ağladığını gördüler.’’

SON İSTEĞİ; ENGİNAR

7 Kasım 1938. İste son 3 güne girilmişti. Hastalık, artık son aşamasındaydı. Atatürk 29 Ekim’den 7 Kasım’a kadarki 10 günü yarı uyur, yarı uyanık vaziyette geçirdi. Genellikle kendinde değildi. Uyku arasında bazı kelimeleri belli belirsiz tekrar ediyor, ayıldıkça da süt, pirinç suyu ve meyve sularından oluşan mönüsüyle karnını doyurmaya çalışıyordu. O günlerde canı enginar yemeği istedi. Fakat o zaman İstanbul’da enginar bulunmadığından Hatay’a ısmarlandı. Enginarlar geldiğinde o ölüm döşeğinde, derin bir uykudaydı. 5 Kasım Cumartesi hafif kendine gelir gibi olunca başucundaki Makbule Hanım, Afet Hanım ve Sabiha Hanım, ince, kemikli elini son kez öperek onunla vedalaştılar. Karnındaki su iyice artmış ve göğsüne ve kalbine baskı yapmaya baslamıştı. Bu yüzden boğulur gibi oluyor, zor nefes alıyor, ıstırabı, yüzünden okunuyordu. Sonunda 7 Kasım Pazartesi sabahı arkaüstü yatarken tükürmeye başladı. Tükürüğünde kan vardı. Hemen doktorlar geldiler. Atatürk, Nihat Reşat Belger’e: “Doktor” dedi, “karnımdan bu suyu çekmek zamanı geldi. Çünkü bu mayi benim nefesime dokunuyor. Soluk almamı güçleştiriyor. Bunu çekip alın.” Belger “Emri devletinizi yarın ifa ederim” diyecek oldu. Çünkü su çekme işlemi öncesi kalbi takviye edecek önlemler almak istiyordu. Üstelik ilk üç ponksiyonu yapan Mim Kemal Öke sarayda değildi. Ama Atatürk de dayanacak halde değildi: ‘Emrediyorum, bunu bugün çekin” dedi. Bu, onun son buyruğuydu ve odadaki doktorların hiçbiri bu emre direnemedi. Hasan Rıza Soyak (genel sekreteri): “Çaresiz kalan doktorlar hazırlık yapmak üzere odadan çıktıktan sonra kaşlarını çattı. Hiddetli bir sesle: ‘Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur’ dedi. Sonra da karnını işaret ederek: ‘Bu, insuportable’dır (dayanılmaz)’ diye ekledi.” 7 Kasım günü saat 12.20’de üçüncü ponksiyon başladı. Bu kez operasyonu Mim Kemal Öke yerine Dr. Mehmet Kâmil Berk yapıyordu. Dr. Nihat Reşat Belger (doktoru): “Atatürk su çekme esnasında suyun hepsinin çekilmesini ısrarla emrediyordu. Bizlere ‘Kaç litre var? Sayın’ diyordu. Sayan bendim. Ve her yarım litreyi bir sayarak ‘12 litre’ dedim. Hakikatte 6 litre su çekmiş bulunuyorduk.” Bu operasyondan sonra Atatürk’ün ateşi hafif yükseldi. Fakat rahatlamıştı. Akşam 20.00’den geceyarısına kadar sakin uyudu. Geceyarısı uyandı.

Editör: Haber Merkezi