Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı kononavirüs sürecinde yaptığı açıklama nedeniyle eleştirmişti.

Ali Erbaş cuma hutbesinde zina ve eşcinselliğin "hastalıkları da beraberinde getirdiğini" ve kuşakları "çürüttüğünü' söylemişti.

Sağkan da bunu eleştirince hakkında soruşturma başlatılmış, ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da sert bir dille eleştirilmişti.

Sağkan, Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e yaptığı son açıklamasında ise şu ifadeleri kullandı:

- Baroların insan hakları mücadelesinde zaman zaman siyasal iktidardan aldığımız bir tepki. Çünkü genel olarak barolar gibi baskı unsurlarının insan hakları mücadelesi içinde etkin şekilde yer almalarını istemiyorlar. Bizim bütün eleştirilere cevabı hukuksal zeminde verebiliyor olmamız gerekiyor. Çünkü biz bir siyasi parti değiliz. Siyaset yapamayız, polemik yapamayız. O yüzden cevabımız da avukatlık kanununun  95. maddesinde vücut bulmaktadır. 

- Bu madde barolara açıkça yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü korumak, yine insan haklarını korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmayı bir görev olarak yüklüyor. Bizim bu anlamda belki başka sivil toplum kuruluşlarından ya da diğer baskı unsurlarından farklı olarak söyleyebileceğimiz husus, bunun kendi kanunumuzda bize görev olarak verilmesidir. Biz bu görevimizi yerine getirmezsek asıl o zaman suç işlemiş oluruz. Yola çıkış noktamız, Diyanet İşleri Başkanı’nın bir kamu görevlisi olarak beyanlarını sunarken yasalarla bağlı olmaları gerektiğidir. 

- Cumhurbaşkanı’nın “Diyanet İşleri Başkanı’na saldırı devlete saldırıdır” derken ne söylemek istediğini bilemem. Biliyorsunuz ki, Cumhurbaşkanının yeni sistemde iki gömleği var. Eğer Cumhurbaşkanlığı sıfatıyla yapılan bir açıklamaysa değerlendirmesinin farklı olması lazım. Siyasi parti lideri sıfatıyla yaptıysa eğer “Siyaset yapıyor” diyebilirim. 

- Ama bence burada asıl konuşulması gereken konu, Diyanet İşleri Başkanı’nın çok açıkça toplumun belirli bir kesimini ötekileştirmesi, ayrımcılık uygulaması, hedef göstermesidir. Bu kişilerin hastalık taşıdığı ve kuşakları çürüttüğü söylemi nefret söylemidir. TCK’nin 216. maddesi 2. fıkrası kapsamında suç teşkil ettiğini düşünüyoruz. Ankara Barosu tam bu noktada yetkisini kullanmış, bir açıklama yapmıştır. 

- Burada enteresan bir tabloyla karşı karşıyayız. Savcılık soruşturması başlamadan Adalet Bakanı tarafından bizlerle ilgili bir görüş açıklandı. Soruşturma izni verecek olan makam tarafsızlığını yitirmiş bir makamdır. Bu aşamadan sonra Adalet Bakanlığı’nın vereceği soruşturma izni hukuken tartışmalı olacaktır. Bağımsız yargı olsaydı cumhuriyet başsavcılığı soruşturma başlatmazdı. Ancak yargının bağımsızlığını yitirdiği şu ortamda hakkımızda bir dava açılabilir, çıkar savunmamızı yaparız. 

- (TBB Başkanı Feyzioğlu'nun açıklamayı tasvip etmediğini söylemesi) Gündemin salgın olması bu süreçte yaşanan insan hakları ihlallerine ses çıkarmamayı gerektirmez. Sayın Feyzioğlu’nun dediği değil, neyi demediği ya da diyemediği önemlidir. Ankara Barosu özelinde hukuksuzluğa karşı çıkanlara karşı yargının sopa olarak kullanılmasına tek bir kelime söyleyememiştir. 
 

Editör: Haber Merkezi