Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı'ndan doktora öğrencisi Anıl İbrahim Bakırcı, Türkiye'de son dönemde gündeme gelen anayasa tartışmalarını AA Analiz'e değerlendirdi:

İlber Ortaylı, 19. yüzyıldan beri devletin yaşadığı kriz süreçlerinin anayasa tartışmaları doğurduğu ve bu krizlerin anayasal kazanımlar üzerinden aşılacağına dikkat çeker. Nitekim Türkiye’nin son yıllarda dışarıdan ve içeriden maruz kaldığı saldırılar dikkate alındığında, İlber Ortaylı’nın yaptığı bu tespitin, aktüel şekilde kendini tekrarladığı görülür. Türk siyasal hayatında anayasa tartışmaları iki ana başlık ekseninde şekillenmiştir: hükümet sisteminin belirlenmesi, temel hak ve hürriyetlerin korunması.

Anayasal gelişimin panoraması ve sivillik

Mevcut anayasamız 12 Eylül darbesi akabinde, darbeyi gerçekleştiren askeri elitlerin güdümündeki kurucu iktidar eliyle düzenlenmiştir. 82 anayasası; sivil ve özgür bir ortamda demokratik müzakereler gerçekleştirilmeden hayata geçirilmiştir. 82 Anayasası'nın temel hedefi; anayasal değerlerin güçlendirilmesinden ziyade siyasal sistemi belirli kalıplara göre tesis etmektir. Bu nedenle 82 Anayasası halk nezdinde “12 Eylül Anayasası” ya da “darbe Anayasası” şeklinde karşılık bulmuştur.

Yüzde 90’ın üzerinde referandum oyuyla kabul edilmesine rağmen halk dilindeki bu kullanım, 82 Anayasası’nın hala demokratik görülmediğinin en bariz göstergesidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde vurguladığı gibi sivil anayasa, bugünün meselesi değildir. Türkiye’de bugüne kadar anayasa yapım süreçleri, belli bir zümre tarafından gerçekleştirilmiştir. Milletin asli rolde olduğu bir sivil anayasa, Türkiye için yeni bir milat olacaktır. Yeni (sivil) anayasa, Türk milletinin kronikleşen problemlerinden bütünüyle arınmasına vesile olacağı gibi demokrasimiz açısından da sembolik bir ehemmiyet taşıyor. Yeni anayasanın; demokrasi, temel hak ve hürriyetler yönünden odağa alınmasının önünü açacak temel nokta ise hükümet sistemi üzerinde oluşacak sivil nitelikteki geniş mutabakattır.

Yeni Anayasa fakat hangi hükümet sistemi?

Türkiye’de 2007’de düzenlenen anayasa değişikliği referandumu ile Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi kabul edildi. Devam eden süreçte ise Türkiye’nin siyasal tecrübesi ve kendine özgü şartları göz önüne alınarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geliştirildi ve halkın taktiriyle yürürlüğe girdi. Böylece Parlamenter Sistem yerine devlet ve millet bütünlüğünü önemseyen, Türkiye’ye özgü bir “Başkanlık Sistemi” ortaya çıkmış oldu.

Bugün, yeni anayasa tartışmaları iki temel ayrımda kilitleniyor. Bazıları Türkiye’nin yeni (sivil) anayasayı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde kalarak yapılmasını bazıları ise kuvvetlendirilmiş parlamenter sisteme geçilerek yeni (sivil) anayasanın tartışılması gerektiğini savunuyor. Ancak kuvvetlendirilmiş parlamenter sistemin literatürdeki karşılığı rasyonelleştirilmiş parlamenter sistemdir. Dolayısıyla “kuvvetlendirilmiş parlamenter sistem” vurgusu, Türkiye’nin geçmişte uygulanan parlamenter sistem ile idare edilemeyeceğinin bir itirafıdır. Öte yandan Türkiye’de daha evvel uygulanan parlamenter sistem ile “kuvvetlendirilmiş parlamenter sistem” arasında nasıl bir farklılık olacağı ve olası anayasal krizlerin önüne nasıl geçileceği soruları muğlaklığını koruyor.

Anayasa tartışmalarında öncelikle kavranması gereken şey; verili yahut özgün hiçbir modelin ilgili devletin yaşadığı problemlere sihirli değnek olmayacağıdır. Dolayısıyla “kuvvetlendirilmiş parlamenter sistemin” Türkiye’nin sorunlarını hızla çözeceği yönündeki yaklaşım, kamuoyunda seçim tansiyonuna yönelik bir hamle olmanın ötesine geçmiyor.

Siyasi partiler ve seçim kanunlarının revizyonu

Yeni anayasa tartışmaları kapsamında vurgulanması gereken en önemli noktalardan biri de Türkiye’nin sivil anayasasını yapmadan önce Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu yeniden gözden geçirmesi gerektiğidir.

Siyasi Partiler Kanunu; anayasada belirlenen ve benimsenen hükümet sistemi ve bu sistemin, siyasi ve parlamento kaynaklı krizlere ve hükümet istikrarsızlıklarına sebebiyet vermemesi, adaletli bir temsil ile yasama-yürütme arasındaki ilişkinin sağlıklı şekilde ilerletilmesi bakımından, mevcut anayasa ile uyum içerisinde olması gereken bir kanundur.

Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu, anayasal düzeyde tartışılan hükümet sistemi meselesinin uygulamadaki imkanını da gösterir. Bu kapsamda her iki kanunun, Türk tipi olarak nitelendirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile uyumlu hale getirilmelidir.

Sonuç olarak Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi korunmalıdır. Ancak yeni anayasa sürecinden önce Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmalıdır. Milli birlik ve dayanışma ekseninde oluşturulacak sivil anayasa, Türkiye’nin devlet ve millet olarak varlığını güçlendirecektir. Ayrıca temel hak ve hürriyetler yönünden Türkiye’nin küresel güç olma iddiasını da pekiştirecektir.