İdlib bölgesinde ateşkese rağmen iki askerimiz M-4 otoyolu üzerinde şehit edilince gözler yine Suriye'ye çevrildi.
Ateş kez yürürlükte... Üstelik askerlerimiz Rus askerleriyle birlikte devriyeye de çıkıyor. O zaman askerlerimizi kim şehit etti?
Hürriyet gazetesinin usta yazarı Sedat Ergin, "Önceki gün İdlib’de M-4 otoyolu üzerindeki Muhambal civarında meydana gelen ve iki askerimizin şehit olduğu, bir askerimizin de yaralandığı saldırı, İdlib’deki risklerin büyüklüğünün yanı sıra bu risklerin yeni bir nitelik kazanmakta olduğunu göstermesi bakımından da göz açıcı bir olaydır" ifadelerini kullandı.

Ergin, yazısında "Milli Savunma Bakanlığı İdlib’den bir şehit haberini Türk kamuoyuna duyurduğunda saldırının faili olarak karşımıza ilk kez ‘bazı radikal gruplar’ çıkıyor. Daha önceki benzer açıklamalarda saldırıların failleri hep ‘rejim unsurları’ olurdu. Türkiye ile Rusya arasındaki 5 Mart tarihli Moskova Anlaşması’nın uygulamasının başlamasıyla birlikte sahadaki stratejik denklemde beliren yeni bir durum var. Saldırı, Moskova Anlaşması’ndan ve bu çerçevede Rus askerlerinin -Türk askerleri ile birlikte- İdlib’deki M-4 otoyolu üzerinde tesis edilecek ‘güvenli koridor’a girecek olmasından rahatsızlık duyan radikal grupların bu düzenlemeyi sabote etmeye yöneldiklerini gösteriyor. İkinci değişiklik, TSK’nın da misilleme olarak bu radikal grupları vurmuş olmasıdır. Bu da İdlib’de daha önce sahada karşılaşılmış bir durum değildir. Sonuçta, İdlib’de bir tarafta ‘Türkiye ve desteklediği muhalif gruplar’ ile karşısında ‘rejim ve Rusya’ şeklinde beliren ana çatışma eksenine, bu kez ‘Türkiye’ ve karşısında ‘radikal gruplar’ ekseni de dahil olmuştur" diye yazdı.

Ergin'in yazısının devamı özetle şöyle:

"Şimdi kritik soruya geçelim. İdlib’de iki Türk askerini kim şehit etti? Milli Savunma Bakanlığı, genel bir ifadeyle “Bazı radikal gruplar” diyor. Peki hangi radikal gruplar? Daha doğrusu hangi grup? Buradaki temel sorun, sahada irili ufaklı çok fazla radikal grubun bulunmasıdır. Bu köktendinci gruplar sıkça muhtelif ittifaklar kurmakta, var olan ittifaklara katılmakta, ittifaklardan kopmakta, zaman zaman da kendi aralarında çatışmaktadır. Özetle sahada bu gruplardan kaynaklanan sürekli bir hareketlilik hali söz konusudur. Saldırının ardından pek çok kişinin aklına İdlib’de en geniş alan hâkimiyetine sahip olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütü gelmiştir. Ancak bu ihtimal yok sayılmasa da zayıf görülüyor. HTŞ, Esad rejimi ile savaşırken Türkiye’yi karşısına almamak konusunda bugüne dek son derece özenli bir tutum izledi. Moskova Anlaşması’ndan rahatsız olsa da, HTŞ’nin sahadaki kontrolünü koruyabilmesinin yolu, yaptığı askeri sevkıyatla alandaki gücünü sürekli arttırmakta olan Türkiye ile çatışmamasından, hatta kanallarını açık tutmasından geçiyor.

Bu aşamada projektörlerin daha çok üzerine çevrildiği grup, 2017’de HTŞ’nin El Kaide’den bağımsız hareket edeceğini açıklamasından sonra buradan kopan unsurların kurduğu ve El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’ye biat etmeyi sürdüren ve dünkü yazımızda da değindiğimiz Hurras el Din’dir. Fırat’ın doğusunda uluslararası koalisyon karşısında sahada askeri yenilgiye uğradıktan sonra yönetici kadrolarının bir bölümünün sığınma yeri olarak İdlib’e kaçtıkları DEAŞ’ı da unutmamak gerekiyor. Geçen ekim ayında ABD askerlerinin DEAŞ lideri Ebu Bekir el Bağdadi’yi baskın düzenleyip öldürdükleri yerin İdlib olduğunu unutmayalım.

Uygur kökenli cihatçıların toplandığı Türkistan İslam Partisi (TİP) başta olmak üzere Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu’dan gelen militanları da bünyelerinde barındıran birçok radikal grup var bu mahallede. Bunların bazıları, örneğin TİP, zaman zaman HTŞ çatısı altında da görülebiliyor.

İhtimalleri değerlendirirken buraya kadar özet olarak sıraladığımız aktörlerin çokluğu, Türkiye’nin sınırının hemen yanı başındaki topraklarda ne kadar yüksek risklerle dolu bir fotoğrafın şekillenmiş olduğu gerçeğinin de altını çiziyor."

Editör: Haber Merkezi