Kendisinden sonra tahta geçen çocuklarıyla torunlarının hiçbiri yataklarında can veremedi. Daha öncesinde Hüseyin'in yaşamı sırasında yine Lawrance ve İngilizler'in desteği ile Suriye Kralı yapılan Faysal, Irak'ta da krallık yapmış, 1933'te İsviçre'de girdiği basit bir cerrahi müdahale sırasında hayatını kaybetmişti. Yerine geçen oğlu Gazi'nin hükümdarlığı 6 yıl devam etti ve o da 1939'da bir otomobil kazasında can verdi. 

Gazi'nin oğlu İkinci Faysal ise, 1958'deki darbede ailesiyle beraber parça parça edildi. Sadece beş yıl tahtta kalabildi. Cesedi Bağdat sokaklarında teşhir edildi. Bir rivayete göre daha sonra köpeklere yedirildi. Şerif Hüseyin'e söz verilen hilafetten bugün bahis bile geçmiyor. 

ELLERİNDE SADECE ÜRDÜN KALDI

Topraklara gelince, ailenin elinde sadece Ürdün var. Onu da Churchill'e borçlu oldukları söylenir. Rivayete göre Churchill şöyle demiş: "Bir pazar günü Kahire'de yemek yiyorken bir kalem darbesiyle Ürdün'ü ben yarattım." O vakitler Koloniler Bakanı olan Churchill, yemekli toplantıda Ortadoğu haritasını çiziyorken hapşırmış, elindeki kalem kayınca bugünkü Ürdün devletine ilham veren sınırlar kendiliğinden oluşmuş. Zaten Şerif ailesine daha önce verilmiş bir söz de var. Uyanık Churchill "Hicaz'ı Suudiler aldı. Suriye'yi de biz vermeyeceğiz. Hiç olmazsa şu uyduruk Ürdün onların olsun" demiş.

BANDO, İZMİR MARŞI ÇALIYORDU

Şerif sülalesi Osmanlı zamanında Hicaz'da ve İstanbul'daki yalılarında hiçbir emek karşılığı olmaksızın, ihtişamlı bir hayat yaşıyorlardı. Kral I. Abdullah, babası Şerif Hüseyin'le yaşadığı son günleriyle ilgili bir anıyı şöyle anlatır:

"Babam çok ıstırap çekti. Bir gün saray bandosu bahçede konser veriyor. Hava sıcak, pencereler açıktı. Bir ara bando hepimizin bildiği İzmir Marşı'nı çalmaya başladı. Babamın birçok eski hatıralarının canlanmasını önlemek için pencereyi kapattım…" 
Pencerenin açılmasını isteyen Şerif Hüseyin diyor ki: "Evlat, neden kapatıyorsun? İzmir Marşı'nın eski günleri bana hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetime ihanet etmiş âsi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı sandım, Tanrı beni sürgünlüğe düşürdü, hasta oldum, buraya sığındım. Pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın. Bu dünyada çektiğim ıstıraptan artan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette daha büyük cezadan korusun…"  

MENFAAT ÖN PLANA ÇIKTI

OSMANLI sonrasında Ortadoğu'da kalıcı bir düzen ve istikrar oluşturulmamasının nedeni, sömürgecilerin bunu yapabilecek bir güce sahip olmamaları değil, bunu yapmak için gerekli olan stratejik anlayışa sahip olmamalarıydı. Osmanlı, ele geçirdiği bölgelere "nizam" götürmeyi ilahi bir görev sayan bir anlayışla yönetiliyordu. Sömürgeciler ise sadece kendi menfaatlerini gözettiler ve bu menfaatler düzensizlik gerektirdiğinde düzensizlik meydana getirdiler. Bugünün siyasi literatürüyle, Osmanlı İmparatorluğu ahlaki bir stratejik vizyona sahipti. Sömürgeciler ise katı gerçekçi bir vizyonla hareket ettiler. İngiliz ve Fransız sömürgeciliği hep bu reelpolitik mantıkla hareket etti. Ama bu mantık Ortadoğu'daki halkların nefretini kazanmalarına yol açtı. Bu nedenle İngiltere ve Fransa Ortadoğu'da çok az bir süre kalabildiler. Arap ülkelerinin başına geçirdikleri kukla liderler, II. Dünya Savaşı'nın ardından birer birer devrildi. İngiltere ve Fransa'nın Ortadoğu macerası da böylece sona ermiş oluyordu. Ancak yüz yıldır o bölgeden ellerini hiç çekmediler.


 

Editör: Haber Merkezi