İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 2'nci Uluslararası Medya ve İslamofobi Forumu'nda konuştu.

Altun, ATO Congresium'da düzenlenen 2. Uluslararası Medya ve İslamofobi Forumu'nda yaptığı konuşmaya, 3 yıl önce bugün, 15 Mart 2019'da, Yeni Zelanda'nın Christchurch kentindeki bir camide Müslümanlara yönelik terör saldırısında yaşamını yitirenleri saygı ve rahmetle anarak başladı.

Dünyanın farklı ülkelerinde İslam düşmanlığına maruz kalan tüm mağdurlarla dayanışma içinde olduklarını ve olmayı sürdüreceklerini ifade eden Altun, bu yıl forum temasının "İslam Düşmanlığı ile Yeni Nesil Mücadele" olarak belirlenmesini çok anlamlı bulduğunu vurguladı.

İslam düşmanlığının, günümüzde sistematik şekilde yeniden üretilen formlarıyla sürekli karşı karşıya kalınan küresel bir sorun olduğunu söyleyen Altun, dolayısıyla bu çok boyutlu sorunla mücadelede de yeni yol ve yöntemler gerektiğini belirtti.

“İslamofobi, küresel bir sorun haline geldi”

İslamofobi kavramının, oryantalizmden beslenen İslam düşmanlığının modern çağdaki izdüşümü olarak değerlendirilebileceğine işaret eden Altun, İslamofobi'nin kısaca "Müslüman karşıtı ırkçılık" olarak tanımlanacağını dile getirdi. Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Burada biyolojik farklılıklara vurgu yapan bir ırkçılıktan ziyade, sözde kültürel farklılıklar üzerinden inşa edilen bir kültürel ırkçılık söz konusudur. Bu noktada, İslamofobi sadece Batılı toplumlara özgü sorun olarak karşımıza çıkmıyor. Bugün ırkçılığın bir versiyonu olarak inşa edilen İslamofobi, küresel bir sorun haline gelmiştir. Hatta İslamofobi'yi 21. yüzyılın hakim ideolojisi olarak tanımlayabiliriz. Yerkürenin hem batısında hem doğusunda hem kuzeyinde hem güneyinde İslamofobik eylem ve söylemlere şahitlik ediyoruz."

İslamofobi'nin, tarih boyunca modernleşme süreciyle birlikte farklı boyutlar kazandığına ve Batı dışındaki Müslüman toplumlarda dahi gözlenir hale geldiğine dikkati çeken Altun, özellikle kolonyal tecrübe yaşamış ya da radikal bir modernizasyona tabi tutulmuş Müslüman ülkelerde dahi bu sorunun yoğun bir biçimde yaşandığının gözlendiğini kaydetti.

Altun, "Batı dünyası dışında kalan Müslüman toplumlarda, modernleşme projelerinde katı laikçi bir çizginin benimsenmesi, toplum içerisinde bir 'öteki' grubu oluşturulmasına neden oldu. Bu kapsamda tepeden inmeci laikçi modernleşme siyasetinin, dini toplumsal hayatın dışına atma girişimleri, dine ait sembol ve simgelerin ötekileştirilmesi durumunu da beraberinde getirdi" dedi.

İslamofobi'nin güneydoğu Asya'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar her yerde insanların hayatını tehlikeye atan, ayrımcılığı yaygınlaştıran ve Srebrenitsa örneğinde olduğu gibi soykırıma kadar varabilen küresel bir tehdit olmaya devam ettiğini belirten Altun, dünyada güncel olarak yaşanan İslamofobik vakalar incelendiğinde durumun vahametinin daha net bir biçimde ortaya çıktığını vurguladı.

İslamofobi ve Müslüman karşıtı eylemlerde artış

Altun, Müslüman toplulukların her geçen gün daha fazla nefret söylemlerine maruz kaldığına ve İslamofobik saldırıların sayısında artışlar yaşandığına işaret ederek, 2020 verilerinin İslamofobi ve Müslüman karşıtı eylemlerde ciddi oranda artış olduğunu gösterdiğini belirtti. Altun, şöyle devam etti:

"Avrupa genelinde ülkelere kısaca göz attığımızda, 2020'de Fransa'da, 235'i Müslümanlara karşı olmak üzere 1142 nefret suçu vakası kaydedildi. Avusturya'da 2020'de Müslümanlara karşı işlenmiş 812 nefret suçu kayıtlara geçti. İngiltere'de din temelli nefret suçları 2019'a göre üçte bir oranında artış gösterdi. Litvanya'da 2020'de eşitlik ve inanç özgürlüğü ilkelerine karşı işlenmiş 47 suç kaydedildi. Polonya'da ise aynı yıl 557 nefret suçu işlendiği görüldü.

Avrupa genelinde Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarının yalnızca yüzde 17'sinin belgelenebildiği göz önüne alındığında, Avrupa'daki durumun ne denli endişe verice olduğu ortadadır."

Altun, Avrupa Konseyi'nin Haziran 2020'de yayımladığı "İnternetteki Yasa Dışı Nefret Söylemleriyle Mücadele" başlıklı raporunun da Avrupa'da internet ortamındaki nefret söylemlerinin yaklaşık yüzde 10'unun İslam karşıtı unsurlar içerdiğini ortaya koyduğunu söyledi.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyince yayınlanan raporda ise Müslümanlara yönelik nefret suçlarının özellikle sosyal medyada büyük oranda arttığının vurgulandığına dikkati çeken Altun, "Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı tarafından Haziran 2020'de yayımlanan bir kamuoyu araştırmasında da Avrupa Birliği vatandaşlarının yüzde 22'sinin 'Müslümanlarla komşuluk etmekten dahi rahatsız olduğu' ve yüzde 21'inin 'başörtülü bir Müslüman kadını işe almak istemediği' sonucu ortaya çıktı. Durumun vahametini gözler önüne seren çok net göstergelerdir bunlar" diye konuştu.

Özelikle Batı Avrupa ülkelerinde İslamofobik eylemlerin internet ortamının yanı sıra sosyal hayatta da yaygınlaştığını, bazı ülkelerde ise kadınların, dini inancı gereği giydiği kıyafetlerle eğitim görmesinin dahi yasaklandığını dile getiren Altun, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nin "Avrupa korkunç bir gerçekle yüzleşiyor: Antisemitik, Müslüman karşıtı ve diğer ırkçı nefret suçları endişe verici oranda artıyor." sözlerini hatırlattı.

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Kasım 2020'de yayımladığı bir raporda da Müslüman karşıtlığının, Avrupa'da aşırı sağ grupların kampanyalarında ana unsur haline geldiğinin ifade edildiğini söyleyen Altun, şunları kaydetti:

"Avrupa genelinde artan İslam karşıtı eylemler sonucunda, Müslüman toplulukların camiye gitmekten dahi korkar hale geldiği ve Müslüman kadınların dini kıyafetler giymekten çekindiği bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Bu nedenle İslamofobik saldırıya maruz kalan kişilerin günlük hayatta korku ve endişelerinin arttığı ve daha fazla güvenliğe ihtiyaç duyduğu da bilinen bir gerçektir. İslam ve Müslüman düşmanlığının hakaretten ayrımcılığa, baskıdan fiziki şiddet ve saldırıya kadar tüm boyutlarıyla hissedildiği bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Irkçı ve ayrımcı söylem ve uygulamalara Avrupalı bazı siyasetçiler nezdinde sahip çıkılması ise bu tehdidin ölçeğini daha da büyütüyor."

"İkircikli tavır, çifte standart"

Altun, bu tutumun Rusya-Ukrayna arasındaki savaş ortamında bile kendini gösterdiğine işaret etti. Hiç kimsenin yerinden yurdundan edilmesini, acı çekmesini kabul etmediklerini vurgulayan Altun, acıların durması için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yoğun bir diplomasi trafiği yürüttüğünü, son 5 günde 14 görüşme yaptığını, savaşın son bulması için yoğun bir gayret sarf ettiğini anlattı.

Ancak Avrupa'nın savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Ukraynalılara kapılarını açarken, Suriyelilere, Afganlara ya da Afrika'dan gelen sığınmacılara yönelik ayrımcı tavrının bir çelişki olarak ortada durduğunu dile getiren Altun, şöyle konuştu:

"Avrupa'da kimi siyasetçilerin Ukraynalıları 'savaştan kaçanlar', Suriyelileri ise 'ülkeye yasa dışı girmeye çalışanlar' şeklinde kıyaslaması bir ibret vesikası olarak hatırlanacaktır. Bu ikircikli tavrın, Batı medyası tarafından 'Ukraynalılar beyaz, Hristiyan ve Avrupalı, Suriyeliler değil' yorumlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılması da unutulmayacaktır. Bu çifte standardın, bu kötülüğün temel motivasyonunun da İslamofobi ve ırkçılık olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz."

"Türkiye, İslam düşmanlığıyla mücadelede öncü rol üstleniyor"

Altun, böylesi bir tabloda, İslamofobi'yle mücadele kapsamında yenilikçi adımlara ihtiyaç duyulduğuna işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hiç şüphesiz Türkiye, küresel düzeyde İslam düşmanlığıyla mücadelede sorumluluk alarak öncü bir rol üstleniyor. Sayın Cumhurbaşkanı'mız, bütün küresel sorunlarda olduğu gibi İslam düşmanlığı ile mücadelenin de liderliğini yapıyor. BM Genel Kurulu başta olmak üzere bütün uluslararası platformlarda İslamofobi konusuna özel bir vurgu yapıyor. Irkçı, yabancı düşmanı, ayrımcı ve İslam karşıtı eğilimlerdeki yükselişin küresel barış ve huzura en büyük tehditlerden biri olduğuna her zaman işaret ediyor. Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde cuma namazı sırasında Müslümanlara yönelik terör saldırısının gerçekleştirildiği 15 Mart'ın BM tarafından İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan edilmesini de yine Sayın Cumhurbaşkanı'mız teklif etmişti."

Altun, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının İslam karşıtlığıyla mücadele kapsamında Müslüman bireylerin yaşadıkları haksızlıkları ortaya koydukları bir dijital platformu Fransızca hayata geçirdiğini bildirdi.

Fransızcada "Hayır De!" anlamına gelen "DisNon" adını taşıyan platformla Müslümanların inançlarından dolayı maruz kaldıkları mağduriyetleri kamuoyuna taşıyarak İslamofobi konusunda farkındalık oluşturmayı amaçladıklarını anlatan Altun, bir sorunun varlığını kabul etmenin, çözümün ilk adımı olduğuna inandıklarını dile getirdi.

Altun, eşit ve özgür bir toplumsal yaşama ancak gerçekçi ve cesurca bir yüzleşmeyle, yapıcı ve çözüm odaklı bir yaklaşımla erişilebileceğini vurgulayarak, "Bunun için Sayın Cumhurbaşkanı'mızın defaatle vurguladığı üzere İslamofobi'nin de tıpkı antisemitizm gibi bir insanlık suçu olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Özellikle belirtmek istiyorum ki biz İslam karşıtlığının 'ifade özgürlüğü' adı altında meşrulaştırılmasına, normalleştirilmesine hiçbir zaman izin vermeyeceğiz, bu bağlamda çalışmalarımızı bütün uluslararası platformlarda sürdüreceğiz" diye konuştu.

"Uluslararası ve çok boyutlu bir mücadele gerekiyor"

İslam düşmanlığına karşı mücadele ederken, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü bir arada yaşama kültürüyle dünyaya örnek olmayı sürdüreceklerini belirten Altun, ancak her ne kadar Türkiye bu konuda kapsamlı çalışmalar yürütse de İslamofobi'nin sadece Türkiye'nin tek başına yok edebileceği bir olgu olmadığını kaydetti.

Altun, "İslamofobi ve İslam karşıtlığına karşı uluslararası ve çok boyutlu bir mücadele gerekiyor. Bu mücadele şüphesiz küresel bir tehdit olan İslamofobi'nin merkezi konumunda bulunan Avrupa'dan başlamalı ve tüm dünya genelinde yaygınlaştırılmalıdır. Nasıl ki İslam düşmanlığı Avrupa'da giderek kurumsallaşıyorsa, İslamofobi ile de mücadelede de Avrupa'ya büyük bir sorumluluk düşüyor." değerlendirmesinde bulundu.

"İslamofobi'nin ırkçılık çatısı altında değerlendirildiği bir atmosferin oluşturulması önemli"

Dünya genelinde Müslümanlarla ilgili üretilen negatif algılarda hem geleneksel medyanın hem de sosyal medyanın oynadığı role de değinen Altun, şunları kaydetti:

"Yaşanan onca acı tecrübeye rağmen, bütün medya ortamlarında ne yazık ki hala İslam karşıtı manipülasyonlarla ve Müslümanlara yönelik nefret dolu stereotiplerle karşılaşıyoruz. Bu sorun da elbette İslamiyet'e ve Müslümanlara yönelik ırkçı saiklerle oluşturulan sanal imajlardan kaynaklanıyor. Kitleleri nefrete ve düşmanlığa sevk etmekten başka bir sonuç doğurmayan bu yaklaşımın örneklerine maalesef özellikle Batılı siyasetçilerde de rastlıyoruz.
İçinde bulundukları siyasi tıkanıklığı popülizmle örtmeye çalışan Avrupalı siyasetçiler, İslam karşıtı eylem ve söylemleriyle hem kendi toplumları için hem de tüm insanlık için bir yangına sebep olduklarının idrakine çok geç olmadan varmalıdır. Bu tehditle mücadele etmek için öncelikle toplum, medya ve siyasetteki algı boyutunda İslamofobi ya da İslam düşmanlığının ırkçılık çatısı altında değerlendirildiği bir atmosferin oluşturulması önemlidir.

İslamofobi'nin, İslam karşıtlığının bir tür ırkçılık olarak ifşa edildiği, hukuk nezdinde hesap sorulduğu ve maşeri vicdanda mahkum edildiği bir süreç, küresel boyutta bütün alanlarda algısal bir iyileşmeyi ve tutum değişikliğini de beraberinde getirecektir."

Bu alanlarda aktif şekilde güçlü farkındalık çalışmaları ortaya koymanın ve uluslararası kamuoyunu bu sorunla yüzleştirmenin önemine işaret eden Altun, bu doğrultuda kamu kurumlarından akademiye, medyadan sivil toplum kuruluşlarına kadar herkese çok önemli sorumluluklar düştüğünü söyledi.

Altun, küresel boyutta İslamofobi'nin bütün boyutlarının masaya yatırılacağı ve "İslam karşıtı ırkçılıkla" yeni nesil mücadele yöntemlerinin detaylı şekilde ele alınacağı "Uluslararası Medya ve İslamofobi Forumu"nun da bu anlamda son derece faydalı çıktılar ortaya koyacağına inancını dile getirdi.