Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ve Osmanlı hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması'nın üzerinden 101 yıl geçti.

Savaşı kazanan İtilaf Devletleri, savaşta yenilen Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'la barış antlaşmaları yapmalarına rağmen Osmanlı Devleti'nin taksimi konusunda tam bir görüş birliği içinde olamadıkları için Türklerle ilgili görüşmeleri erteledi.

Aralarında anlaşan İtilaf Devletleri, Ayan Meclisi üyesi Hadi Paşa'nın başkanlığında Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Bern Büyükelçisi Reşad Halis beylerden oluşan Osmanlı heyetine, 10 Ağustos 1920'de Paris'in banliyösü Sevr'de yer alan seramik müzesinde Sevr Antlaşması'nı imzalattı.

Türk topraklarının paylaşımı ile ilgili çok ağır maddeler içeren 433 maddelik antlaşma, imza altına alınmasına rağmen Türk ulusunun, Cumhuriyetin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde başlattığı Milli Mücadele sayesinde yürürlüğe girmeden ölü doğdu.

Sevr, nihayet Kurtuluş Savaşı sonrası 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla da resmen ortadan kalktı.

"Sevr, hem somut olarak hem kağıt üzerinde hem de fiili olarak ölü bir antlaşmadır"

Sevr Antlaşması ile ilgili AA muhabirine açıklamalarda bulunan Üsküdar Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hadiye Yılmaz Odabaşı, şöyle konuştu:

"Kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta Sevr'den bahsederken, 'Türk milletini yüz yıllardır yok etmek için yapılan büyük suikastın son halkasıdır." der. Sevr'i anlayabilmek için geriye gidip bakmak lazım, ancak o zaman o gün antlaşmaya imza koyanları da daha iyi anlamış oluruz. Aslında tarihi olaylarda sadece aktörlerin adı değişiyor ama sahnelenen proje hep aynıdır. Bugün de aslında büyük devletlerin derdi dünyaya hükmetmektir. Dolayısıyla 18. yüzyılda da büyük devletlere baktığımızda temel meselenin bu olduğunu görüyoruz. Osmanlı o dönemde jeostratejik öneme sahip topraklara hükmediyordu. Osmanlı gerilemeye başlayıp, Birinci Dünya Savaşından yenik çıkıp, Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzaladığında, Batılı devletler kendi aralarında Osmanlıyı nasıl parçalayacağına karar veremedi. Sevr'i, İngiliz Amiral Sir Roberck bile, 'Ölüm fermanı' olarak niteliyor ve bunu ifşa etmekten de rahatsızlık duymuyor. Bundan da anlaşılacağı gibi Sevr, gerçekten bir ölüm fermanıdır. Türkleri ve Osmanlıyı dünya üzerinden silme projesidir. Osmanlıyı, küçük bir alana sıkıştırarak, bir sömürgeye dönüştürmek amaçlanıyordu. 433 maddesi olan bu dev antlaşmaya göre, Osmanlı Devleti toprağı olarak Orta Anadolu'da küçük bir topraktan bahsediliyordu. Ordu, maliye, ulaşım yolları İtilaf Devletlerinin kontrolünde olacaktı. Kapitülasyonlar yeniden gündeme geldi. Sevr içinde, Doğu ve Güneydoğu'da bir Ermenistan ve Kürdistan devleti kurma projesi de vardı. Aslında bütün bu maddeler, Türklerin, haritadan silinmek istenmesinin somut adımlarıydı."

Odabaşı, Sevr'in şartlarının çok ağır olduğunu dönemin Padişahı Vahdettin ve etrafındaki yetkililerin bile bu antlaşmaya tepki gösterdiğinin altını çizerek, "İstanbul hükümeti uzun bir süre Sevr imzalamayı reddetti. Fakat karşı taraf çok kararlıydı, Türk tarafını yıldırmak için Yunanlıları, Batı Trakya'dan harekete geçirdiler. Düşman Payitahta doğru ilerlemeye başlayınca antlaşma Saltanat Şurasında kabul edildi. Kararın, Mebusan Meclisi ve Padişah Vahdettin tarafından onaylanması da gerekiyordu. Fakat o dönemde Mebusan Meclisi tatildeydi. O yüzden aslında imzalanan antlaşmanın hukuki bir dayanağı yoktu. 'Ölü doğmuş bir antlaşma' denmesinin nedeni de budur. Bir de imzalansa bile biz millet olarak kabul etmediğimiz için Kurtuluş Savaşı veriyorduk. Dolayısıyla Sevr, hem somut olarak hem kağıt üzerinde hem de fiili olarak ölü bir antlaşmaydı." diye konuştu.

Düzenli orduya geçilip, İnönü ve Sakarya Meydan Muharebelerinin kazanılmasının da Sevr'i ölü hale getirdiğine işaret eden Odabaşı, "Sakarya Zaferi, Türk milletini yok etmeye yönelik planların parçalandığı bir zaferdir. Bunu böyle okumak lazım. O zaferle Fransa, Anadolu'dan çıkamayacağını gördü ve müttefiki İngiltere'ye haber bile vermeden Türklerle bir antlaşma imzaladı. Zaten orada düşman cephesinin iki önemli gücünü parçalamış olduk." dedi.

Odabaşı, Büyük Taarruz ile devam eden savaş kazanımlarının sonucunun ise Lozan Antlaşması olduğunu dile getirerek, "Bu anlamda Lozan, bir kuruluş belgesidir ve bizim için Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren antlaşmadır. Hem sınırlarımızı belirledik, hem de Düvel-i Muazzama, her hakkımızı kabul etmiş oldu. Böylece Sevr'in esamesi kalmadı." ifadelerini kullandı.

"Sevr ile yok olmaya mahkum bir sömürge devleti kurulmak isteniyor"

İstanbul Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünden Doç. Dr. Eminalp Malkoç ise Sevr Antlaşması'nın ardından İtilaf Devletleri'nin Osmanlıyı paylaşma noktasında birbirlerine düştüğünü ve evdeki hesabın çarşıya uymadığını söyledi.

İhtilalin ardından Rusya'nın savaştan çekilmesiyle İtilaf Devletleri arasındaki paylaşım konusundaki sorunların daha da su yüzüne çıktığını aktaran Malkoç, Sevr'in başlangıçta mevcut yönetim tarafından da kabul edilmediğini belirtti.

Malkoç, Sevr'in Milli Mücadelenin temel gerekçesini oluşturduğuna vurgu yaparak, şunları kaydetti:

"Sevr aynı zamanda Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluş kodlarını belirleyen gelişmelerden de biridir. Sevr, bu anlamda bir kırılma noktasıdır. Sevr, gerçek anlamda bir yok ediş projesiydi. Bu durumda Türk halkı ya kabul edecek ya da savaşacaktı. İşte bu noktada Sevr, Milli Mücadelenin başlangıç noktası oldu. O yüzden Sevr'e karşı kurumsal bir mücadele gerekiyordu. İşte Mustafa Kemal Paşa, daha İstanbul'a gelmeden o kurumsal yapıyı ortaya koydu ve adım adım da geliştirdi. Samsun'a çıkışından sonra hazırladığı genelgelere bakın, matruşka gibidir. Her bir genelge bir sonrakine zemin hazırlıyor. Tamamen sistematik, akılcı ve kurumsal bir mücadele veriliyor. Bu da Türkiye'nin şansı oluyor. Sevr ile yok olmaya mahkum bir sömürge devleti kurulmak isteniyordu. Bu nedenle Sevr'i anlamadan ne Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşunu, ne çağdaşlaşma çalışmalarını ne de Lozan Antlaşması'nı anlayabiliriz."