(Alparslan Türkeş, Ortadoğu Gazetesi'nin ismini vermiştir)

Türk'ün Anadolu'yu yurt seçmesi göç ile başlar. Türkeş'in hayat hikayesinin başında da göç vardır. Kıbrıs’tan başlayan kutlu yolculukta Türk Dünyası'nın Başbuğu'nun hayatının her zerresi ibretlerle doludur.

Tabutluklar, zindanlar, darbeler Onu Türk milletine hizmet aşkından döndüremedi.

Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.
Yıl 1917 ve Kasım'ın 25'i, öğle vakti... Yer, Lefkoşa. Haydarpaşa Mahallesi Kırlızade Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokul'una (Sibyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir besmeledir.

KIBRIS GÜNLERİ

BİRBİRİNİN ardı sıra gelen ilkokul ve rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türkleri'nin yalnız olmadığını, Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanı sıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını adeta senin adın "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol'', diyerek değiştirir.

ASKER OLMA HAYALİ

KÜÇÜK Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmaya başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba yurdunu kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

VER ELİNİ İSTANBUL

SENE 1933 ve Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve ver elini İstanbul...

Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kaydolmak olur.

YÜREĞİNİN ÇAĞIRDIĞI YER

ARTIK O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da...

Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün o bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır.

O muhteşem düşler, özellikle, bir ülkü devi olan Nihal Atsız Hoca'nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarını gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır.
Onlarla tanışır buluşur, Alparslan Türkeş... Bu buluşmalar onun hayatının da değişmesinin başlangıç noktası olur.

TÜRK MİLLETİ'NİN EMRİNDE

1936'da Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Türkeş'in Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar.

1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.

Ordunun genç teğmeni 1940'ta Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana'sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.

ATEŞ YILLARI

2. Dünya Savaşının sonları...

Yıl 1944 3 Mayıs. Ankara'da eski tabirle bir ''nümayiş'' yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere...

TABUTLUK GÜNLERİ

ŞAİRİN ''Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya'' dediği gibi tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı ''Türkçülük-Turancılık Davası'' başlar.
Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar.

Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944'ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir.

PATLAYAN VOLKAN

MAHKEME 3 Mayıs 1944'e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944 günü olur. 3 Mayıs 1944'te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri, hocası Hüseyin Nihal Atsız'a sahip çıkmak için Ankara Adliyesi'nin koridorları, salonları doldurulduğu gibi adliyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldurulur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız'ı yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanı'na doğru protesto yürüyüşüne geçer.

İşte bu "3 Mayıs" günü Atsız'ın da isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 tarihinden itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya başlanır. 3 Mayıs Türkçüler Günü budur.

TUTUKLAMALAR BAŞLIYOR

SONRADAN, bu 3 Mayıs olayından sonra bildiğimiz üzere Türk milliyetçilerinin önde gelenlerinin çoğunun tutuklanmalarına gidildi. Düzen düşmanı ve ihtilalci gibi savlarla mahkemeye sevk edildi. Hem de dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün meşhur 19 Mayıs 1944 nutku ile. Peşin hükümle Türk milliyetçileri potansiyel suçlu ilan edildi.

3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi sanıkları, suçsuz bularak beraatlerine karar verir.

TÜRKEŞ'İN SAVUNMASI

GENÇ Üsteğmen Alparslan Türkeş de bu suçlananlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle reddederim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır.

Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen ceza ise daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. Numaralı Mahkeme'de de beraat eder.

Bu onun Türk milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ama son olmayacaktır.

Turancılık Davası'nın 24 mağduru Alparslan Türkeş ile beraber Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun ve Reha Oğuz Tükkan, tabutluklarda işkence gördü. Mahkemeler sonucunda tüm ''Türkçüler'' beraat etti.

ABD YILLARI

VE 1947...

Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, Amerika Birleşik Devletleri Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez siyaseti bir kez daha ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş, Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955'te Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.

1955 yılında dış görev için açılan sınavı kazanarak ABD'de Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957'de Türkiye'ye döner.

Bu yıllarda Türkiye hareketli günler yaşanmaktadır. 1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artık bir kurmay albaydır.

DİKKAT TÜRKEŞ KONUŞUYOR

VE Cumhuriyet tarihinin ilk ihtilali...

1960, 27 Mayıs...

Öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in Kudretli Albayı"dır.

Kurmay Albay Alparslan Türkeş, ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.

SÜRGÜN YILLARI

Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "Ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler.

O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği Müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.

1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.

Yıl 1963 tarih 23 Mart.

Alparslan Türkeş, sürgünden yurda döner.

Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.

İLK MAMAK GÜNLERİ

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve tıpkı 1944'teki gibi beraat eder.

Türkiye artık yeni bir harekete gebedir.

31 Mart 1965 saat 11.00'de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır. 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay'ında Genel Başkanlığı'na seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir.

VE MHP KURULUYOR

YIL 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi, amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.

Türk siyasetinin yükselen yıldızı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Türkeş'in Türk siyasetine kazandırdığı ve ülkücülere emanet ettiği bir kuruluştur.

İlham kaynakları Orhun Kitabeleri'ne kadar uzanan Türk milliyetçiliği anlayışının modern fikir hareketi hüviyeti kazanması, 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti.

Türk milliyetçiliğinin bir kadro ve fikir partisi yapısına dönüşerek siyasi hayatımızdaki güzide yerini alması ise MHP'nin doğup gelişmesiyle mümkün oldu.

Başka bir ifadeyle, Türk milletinin hürriyet, bağımsızlık ve gelişme mücadelesiyle iç içe giden milliyetçilik, Ülkücülerin Başbuğ'u Alparslan Türkeş'in liderliğinde teorik ve pratik bir bütünlüğe kavuşmuştur. İşte bu bütünün ürünü Milliyetçi Hareket Partisi'dir.

Böylece Türk milliyetçiliğinin partileşmesi ve dolayısıyla demokratik sisteme siyasi bir organizasyon olarak da katılması Milliyetçi Hareket Partisi'yle birlikte gerçekleşmiştir.

KUTLU DAVA

MİLLET Partisi'nden Cumhuriyet Köylü Millet Partisi'ne (CKMP) kadar gelen parti silsilesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin "ön tarihini" oluşturmaktadır. Millet Partisi, 1948 yılında Mareşal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı önderliğinde bir grup milliyetçi-muhafazakar siyasi elit tarafından kurulmuştur.

Millet Partisi, iki siyasi seçeneğe sıkıştırılmış millete üçüncü bir seçenek sunmak istemiş, fakat ideolojik örgüsünü ve teşkilatlanmasını tamamlayamadığından milliyetçi parti olma vasfını tam olarak kazanamamıştır. 1950 genel seçimlerinde yüzde 3.1 oy alarak sadece Osman Bölükbaşı, milletvekili seçilebilmiştir.

Demokrat Parti iktidarının aşırı solda yaptığı tevkife bir denge olması ve kendi siyasi geleceğini garantilemek maksadıyla Millet Partisi'ni 1954 yılında resmen kapattırmasının ardından, bu partinin eski kurucuları kısa bir süre sonra Osman Bölükbaşı'nın genel başkanlığında aynı yıl Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni kurmuşlardır. 1958 yılında Türkiye Köylü Partisi'nin iltihakı üzerine Cumhuriyetçi Millet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adıyla siyasi hayatını sürdürmeye devam etmiştir.

ADANA'DA ALINAN KARAR

MİLLİYETÇİ camiayı temsil etme çabaları, 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana'da toplanan Olağanüstü Büyük Kongresi ile birlikte yeni bir aşamaya geldi. 1965-1969 yılları arasındaki bu değişim sürecini ''Milliyetçi Hareket Partisi'' ismi en anlamlı şekilde hayata geçirildi.

Bu aşamada parti genel idare kurulunun tespit ettikleri arasında ''9 Işık Partisi'', ''Milli Hareket Partisi'' ve ''Milliyetçi Köylü Partisi'' gibi isimler yer almaktaydı.

Sonuç olarak "milli" kavramının kullanılabilmesi için Bakanlar Kurulu'nun iznine bağlı olması gibi bazı bürokratik engeller sebebiyle genel idare kurulu, "Milliyetçi Hareket Partisi" isminde karar kıldı.

Bu isim kabul edildikten sonra partinin amblemi de değiştirilmiş, "Terazi" olan eski amblem yerine "Üç Hilal" sembolü benimsenmiştir. Gençlik kollarının amblemi ise "Hilal içinde Kurt" motifi benimsenmiştir.

BÜYÜK BAŞLANGIÇ

MİLLİYETÇİ Hareket Partisi, bu tarihten itibaren Türk siyasi hayatında yerini aldı. Bu tarihten sonra milliyetçi camianın özellikle de aydınların ilgisini üzerinde topladı.

Milliyetçi akımın değer ve amaçlarını Türkiye'ye tanıtmaya çalıştı. Bu nedenle 1969 yılı milliyetçi akım için bir başlangıç teşkil eder.

Ancak her ne kadar Milliyetçi Hareket Partisi 1969 yılında kurulmuş gibi gözükse de asıl hareketlenme Türkeş'in CKMP bünyesine katılımı ile gerçekleşmiştir. Asıl temeller de bu tarihten itibaren atılmaya başlanmıştır.

İLK SEÇİM

MHP yeni adı ile ilk defa 12 Kasım 1969 seçimlerine girdi. Bu seçimler sonucunda oy oranını 1965 seçimlerine göre artırmasına rağmen yüzde 3.03 oranında oy topladı ve yalnızca Alparslan Türkeş Adana Milletvekili olarak Meclis'e girebildi.

SOKAKLAR KAN GÖLÜ

1968 yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar.

Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in, Stalin'in, Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta, okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar.

Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş, toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk toplumculuğunu, Türk milliyetçiliğini anlatır.

Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk milliyetçileri ''Dokuz Işık, dokuz prensip'' etrafında toplanırlar.

5 BİN ŞEHİT

BU gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de komünist örgütler, kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5 bin civarında ülkücüyü şehit ederler.

Türkeş için 1978, 1979, 1980 yıllarında birçoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.

12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket tıpkı 1944'te olduğu gibi yine sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlarıdır.

Kardeşin kardeşi vurduğu ve buna bir son vermek için yapılan 12 Eylül darbesi, ülkücü hareketi susturma ihtilaline dönmüştü.

HALİL ŞIVGIN’IN EVİNDE ÜÇ GÜN

Alparslan Türkeş, darbenin muhtevasının netliğe kavuşmasını bekleyerek üç gün süreyle teslim olmadı. Onun bu üç günü, Ankara'da Halil Şıvgın'ın evinde geçirdiği daha sonra ortaya çıkacaktır.

Alparslan Türkeş'in bu hareketi, bazı basın yayın organlarınca çarpıtılarak, askerlerin kendisine yardımcı olduğu ve yurt dışına kaçtığı şeklinde duyuruldu. Hâlbuki o üç gün sonra kaçmadığını, kendiliğinden teslim olarak gösterdiği gibi 12 Eylül'ün en mağdur ettiği lider olduğu da MHP Davası'nda ortaya çıktı.

MAMAK ZİNDANLARI

İZMİR yakınlarındaki Uzunada'ya gönderilen Alparslan Türkeş, bir ay sonra Ankara'ya getirilip, ilk sorgusundan sonra tutuklanacaktır. Çünkü askerî savcı Türkeş'in birtakım eylemlere karıştığını iddia ederek, yargılanmasını talep etmiştir.

Ankara'ya getirilen Türkeş, bir müddet cezaevi hâline getirilen Ordu Dil Okulu'nda tutuklu kaldıktan sonra, uzun yıllarının geçeceği Mamak Askerî Tutukevi'ne nakledilir.

12 Eylül'ün Türkeş ve ülkücülere kurduğu tezgâh artık resmen işlemeye başlamıştır.

Aralarında Alparslan Türkeş ve MHP yöneticilerinin bulunduğu 587 kişi, "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar" davasında idam talebiyle yargılanma(ma)ya tâbi tutulmuşlardır. Mamak Askerî Cezaevinin C 5 işkencehanelerinde yıllarca süren sorgular, mesnetsiz suçlamalar ile bu dönem, ülkücü gençliğin unutamayacağı ve affedemeyeceği bir dönem olacaktır.

Savcı Nurettin Soyer, tarihe utanç vesikası olarak geçmiş olan iddianamesinde, başta Alparslan Türkeş olmak üzere pek çok ülkücünün "146/1" yani "idam"la cezalandırılmasını talep etmekteydi.

27 Mayıs Davası'nda mahkeme başkanının "Ne yapayım sizi buraya gönderen güç böyle istiyor" demesi gibi, 12 Eylül mahkemelerindeki iddialar da Türkeş ve ülkücülere "sistemin intikamı"nı hatırlatıyordu.

Alparslan Türkeş, iddianameye bütün olumsuz şartlara rağmen, şiddetle karşı koydu. O'nun 14 Ekim 1981'de yaptığı uzun savunmada ilk söylediği "Bu iddianame baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım, demeçlerim, konuşmalarım, icraatım bu iddialara baştan aşağıya reddiyeden ibarettir" olmuştur.

PARTİLER KAPANIYOR

TÜRKEŞ'in bu konuşmayı yapmasından iki gün sonra Evren'in emriyle bütün siyasî partiler kapatılarak mal varlıklarına "kayyum" vasıtasıyla el konulmuştur.

ZULMÜN BELGELERİ

TÜRKEŞ daha sonra “12 Eylül mahkemeleri zulmün, işkencenin ve adaletsizliğin birer canlı örneği olarak daima hatırlanacaktır. Ülkücülere, Türk milliyetçilerine karşı kasıtlı olarak düşmanlıkla ve ön yargıyla hareket edilmiştir” diyerek, o günleri şöyle anlatmıştı:

"Türk milliyetçilerini suçlu gösterebilmek için özel gayret gösterilmiştir. Ülkücü hareketi lekelemek amacıyla ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bunları gerçekleştirebilmek için Mamak'ta C-5 adı verilen bir baraka özel sorgulama yeri olarak kullanılmıştır. Sıkıyönetim Savcısı meşhur Nurettin Soyer, Pol-Der'li polislerden oluşturduğu ve yine Zeki Kaman'ın işkenceci ekiple, C-5 isimli bu barakada MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıklarına akla hayale gelmeyecek işkenceleri, kendisi de bizzat katılarak yapmıştır. Sanıklar ısıtılmış çelik dolaplarda Filistin askısına asılmış, çırılçıplak bırakılıp elektrik verilmiş, tenlerinde sigara söndürülmüş ve daha akla hayale gelmeyecek birçok işkenceler yapılmıştır. Hatta bu işkenceleri sanıkların anaları, babaları, eşleri, kız kardeşleri, ağabeyleri, çocukları önünde yaparak tehditte bulunmuşlardır."

1987 yılında yapılan referandum ile "siyasî yasaklar"ın kaldırılması üzerine, ihtilâlcilerin artık siyaset sahnesine dönmeyeceğini sandığı Alparslan Türkeş, sıfırdan başlayarak kollarını sıvıyordu.

O yıllarda henüz çok zayıf olan Milliyetçi Çalışma Partisi'nin (MÇP) başına geçen Türkeş, her türlü zorluğa, yokluğa, imkânsızlığa, engellemeye hatta ihanete aldırmaksızın yolunda ilerleyecektir. Tarih onu bir kez daha haklı çıkarmış oluyordu.

MHP'NİN YENİDEN DİRİLİŞİ

MİLLİYETÇİ Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin kurulmasıyla başlamıştır. Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri yüzünden katılamamıştır.

30 Kasım 1985'te Muhafazakar Parti'nin Birinci Kongresi yapılmış ve Parti'nin adı değiştirilerek "Milliyetçi Çalışma Partisi" olmuştur. Parti amblemi de değişmiş kırmızı zemin üzerinde beyaz bir hilal ve etrafında "9 Işık"ı temsilen 9 yıldızdan oluşan amblem kabul edilmiştir. Kongrede tek aday olan Ali Koç genel başkan seçilmiştir.

19 Nisan 1987'te Olağanüstü Kongre yapılarak Genel Başkanlığa Abdülkerim Doğru seçilmiş ve Devlet Bahçeli Genel Sekreter olmuştur.

6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de düzenlen 2. Olağanüstü Kongre'de Alparslan Türkeş, Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir.

27 Kasım 1988'de yapılan MÇP Olağanüstü Kongresi'nde Alparslan Türkeş yeniden Genel Başkanlığa seçilmiş, Devlet Bahçeli ise ikinci kez Genel Sekreterliğe getirilmiştir. Ayrıca bu kongrede yeni parti programı kabul edilmiştir.

MÇP, çok zor şartlar altında girdiği 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde yüzde 2.9 oy oranına ulaşmıştır. 26 Mart 1989'teki mahalli seçimlerde ise oy oranı biraz daha artarak yüzde 4.2'ye ulaşmıştır. Özellikle Orta Anadolu'da MÇP, MHP'nin 1980 öncesi oy oranlarına yaklaşmış, MHP'nin siyasi coğrafyasında yeniden doğmuştur.

20 Ekim 1991 genel seçimlerinde RP ve IDP ile ittifak yapılmış ve bu ittifak yüzde 16.9 oy almıştır. Seçimden kısa bir süre sonra ittifak dağılmış ve Alparslan Türkeş ile birlikte 18 milletvekili 29 Aralık 1991'de MÇP 3. Olağan Kongresinde MÇP'ye katılmış ve Alparslan Türkeş Genel Başkan olmuştur.

MÇP'den MHP'ye geçiş ise, ancak 1992 yılı sonunda başlayan gelişmelerle birlikte mümkün hale gelmiştir. 27 Aralık 1992 günü toplanan MHP'nin son (1980 öncesi) kurultay delegeleri, partinin feshine, isminin ve ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir.

Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi, MÇP'nin isminin MHP olarak değiştirilmesi ve amblem olarak da Üç Hilâl'in kullanılmasını kararlaştırmıştır. Böylece "MHP'nin ikinci doğuşu" gerçekleşmiştir.

20 Aralık 1995 genel seçimlerinde yüzde 8.2 oy alan MHP, yüzde 10'luk seçim barajını aşamadığı için milletvekili çıkaramamıştır.

YIL 1997... TARİH 4 NİSAN...

Karlar altında milyonlarca ağlayan insan...

Milletimizin yetiştirdiği 'Son Başbuğ'un hayat hikayesinin başlangıcında göç vardı. Sonunda da göç...

O'nun fâni vücudu her nefis gibi ölümü tattı, aramızdan ayrıldı, fakat fikirleri ve düşünceleri kıyamete kadar bütün Türklüğün ve insanlığın yoluna ışık saçacaktır. Mezar taşında olduğu gibi :

Doğum tarihi: 1917

Ölüm tarihi : ............ hiç bir zaman olmayacak.

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN ARDINDAN

Burada baş sağlığı, orada gözler aydın;
Íki ayrı dünyada iki ayrı tören var.
TANRI katından gelen bir yüce buyruk üzre,
Aramızdan ansızın çadırını deren var.
Orada ecdat ruhu sadümanlık içinde
Burada tamu içre gönüllerde boran var.
Eksilmiş bir yanımız; çarpılmış gibiyiz hep
TANRI korusun sanki, Bozkurtluğa kıran var.
Yukardan gök mü bastı; altta yer mi çöktü ne?
Kimsede ağız dil yok; gözleriyle soran var.
Buradan uğurlarken onu binlerce Bozkurt
Orada karşılayan binlerce Alp-Erenler var.
O gün Tanrıdağı'nda tan ağardığı çağda,
Dediler Oğuz Han'ın otağına giren var.
Töredir; konan göçer, doğan gün batar elbet
Tanrı zeval vermesin; devlet, din ve KUR'AN var.

Niyazi YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU

BAŞBUĞ ALPARKLAN TÜRKEŞ'TEN KULAĞA KÜPE SÖZLER


ÜLKÜCÜ Kimdir?

İslâm'ı hayat nizamı olarak seçen, bu nizamı tavizsiz bir şekilde yaşamaya çalışandır.

- Türk olmanın gururunu, İslâm fazileti ile bütünleştiren, Türk-İslâm ülküsünü yaşayandır.

- Günü birlik siyasi menfaatleri aşarak, asırlar sonrasını görebilen ve asırlar sonrası için hazırlık yapan kimsedir.

- Allah için seven, Allah için savaşan, Allah rızasına koşan, Allah nizamı için yanan, Allah için buğz eden kahramandır.

- Rehberi iki cihan güneşi Hz. Muhammed (S.A.S.); kaynağı, ilhamı, düsturu Kur’an olandır.

- Semalarda dalga dalga yayılan ezan susmasın diyerek toprağın kara bağrına düşen candır.

- Türk'ün töresini, Türk'ün ilini, İslâm’la kaynaştıran Ahmet Yesevi Ocağında kaynayan, pişen, kavrulandır.

- Bayrağa kan gerek, solmasın diye bayrak için dökülen kandır.

- Liderine, ocağına, fikir sistemine bağlı tefrikaya çanak tutmayandır.

- Kimi zaman Derviş Yunus, kimi zaman Yavuz, kimi zaman surlarda üç hilal elinde Ulubatlı Hasan'dır.

- "Ben"i aşarak "biz"i hisseden, "biz" diyerek nefsini kör kuyulara çıkmamak üzere atandır.

- Dağlarıyla, taşlarıyla, ırmaklarıyla, yollarıyla bir kara parçasını vatan yapandır.

- Türklük deyince 300 milyonluk Türk dünyasını kucaklayan, anne şefkatiyle evlatlarını bağrına basan; kimi yerde Kerkük, Bişkek, Bakü, Doğu Türkistan; kimi yerde Kıbrıs, Kırım, Kazak, Kırgız... Velhasıl kocaman bir vatandır.

- Haksızlık karşısında susmayan, davasından taviz vermeyen, korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı lügatinden alıp çıkarandır.

- Hürriyet kavgasında kırk yiğidin başında Kürşad; il derleyip vatan tutan İlteriş; bilgelikte Tonyukuk, Akşemsettin; Malazgirt Ovası'nda ak kefen içerisinde Alparslan'dır.

- Bir bozkurt silkinişi ile esaret zincirini kırandır.

- Ülkücü budur,

- Ülkücü budur,

- Bunun dışındakiler küllü yalandır.

ALPARSLAN TÜRKEŞ'TEN TÜRK ÜLKÜSÜ ÜZERİNE SÖZLER

TÜRK milletine Bizans'tan geçme bir hastalık vardır. Gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek…
Bu hastalığı tedavi etmeniz lazımdır. Bu hastalığı tedavi edemezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Hareket'te bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz.

• Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez.

• Milliyetçilik; reaksiyon değil, aksiyondur. Dinamiktir.

• DALINDAN KOPAN YAPRAĞIN AKIBETİNİ RÜZGAR TAYİN EDER.

• TÜRKLÜK bedenimiz, İSLAMİYET ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.

• Mülkiyetin; başkalarını sömürme, ezme aracı olarak kullanılmasına karşıyız.

• Milliyetçilik ülküsü, ideolojisi her türlü sınıf sistemlerine karşıdır.

• Fikir, iman, ülkü aşkı... İnsanları güçlü yapan bunlardır.

• Devletleştirme, her şeyin devlet emrine, yani devletin başındaki kişilere verilmesidir.

• Biz ne başkalarına uşaklık etmek, ne de başkalarını uşak olarak kullanmak istemeyiz.

• Taklitçilik bir nevi hırsızlıktır.

• Dokuz Işık Doktrini, derin bir insan sevgisi ve insan haysiyetine saygı ile bağlı olma isteğini içerisinde taşır.

• İnsanlık aleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir.

• Dokuz ışık demek, Türk ülküsü demektir.

*Ben sizleri; Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, Allah Yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere sıçramaya çağırıyorum.

*Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.

*Ahlakçılık anlayışımız, Türk Ahlakı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.

*İslamiyet'i ele alıp Türklüğü inkar etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

*Türk’ün en önemli vasfı teşkilatçılığıdır.

*Kendi planımıza tabi olacağız. Düşmanlarımızı, yani Türk milletinin düşmanlarını planımıza tabi kılacağız, tabi edeceğiz.

*İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye aşağılanmaya asla müsaade, müsamaha ekmezler.

*Her şahıs, her kişi, düşmanlarımıza karşı canlı bir propaganda vasıtası olmak zorundadır.

*Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin, yere düşürmeyin. 

Hazırlayan: İbrahim SARP

Editör: Haber Merkezi