TEMELSİZ DEVLETLER

Savaşın ardından da Ortadoğu'da, bölgenin yeni hakimlerinin menfaatlerine uygun bir düzenleme yapıldı. İngiltere ve Fransa, eski Osmanlı vilayetlerinden yapay devletler oluşturdu. Bağdat vilayeti, "Irak" adlı bir devlete dönüştürüldü ve İngiliz egemenliğine bırakıldı. Halep ve Şam vilayetlerinden ''Suriye'' diye bir devlet çıkarıldı. Tarihsel olarak Suriye'nin bir parçası olan Beyrut ve çevresi, "Lübnan" adıyla ayrı bir devlete dönüştürüldü. Daha güneyde, Ürdün nehrinin batı yakasında ise, o zaman kadar sadece coğrafi bir bölge olan "Filistin" bir devlet haline getirildi. Nehrin doğu yakasında ise "Transjordan" (Ürdünötesi) adlı bir devlet kuruldu. Bir süre sonra sadece "Ürdün" olarak bilinecekti.  

SINIRLAR MASA BAŞINDA ÇİZİLDİ

Bugün suni olarak kurulan bu devletler; devlet olma niteliğine bile sahip değil. Kurdurulduğunda da devletlerin hiç biri etnik ya da dini bir birliğe dayanmıyordu. Irak denen ülkede, birbirlerinden çok uzak üç ayrı grup vardı; Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar. Suriye daha da karışıktı. Sünni Araplar, Alevi Araplar, Dürziler, Kürtler... Hepsi bu yeni devletin çatısı altında yaşıyorlardı. Filistin'de ise Araplar'ın yanında giderek artan ve kendi devletlerini kurmayı hedefleyen bir Yahudi nüfusu vardı. Lübnan ise Hıristiyan Araplar ile Müslüman Araplar'ı barındırıyordu. Ancak bu iki temel kategori de kendi içlerinde mezhep farklılıklarıyla bölünmüşlerdi. Osmanlı sonrasında oluşan bu karmaşık Ortadoğu'nun bir başka özelliği ise, sınırların tamamen masa başında ve cetvelle çizilmiş olmasıydı. 

ÇATIŞMA VE SAVAŞ MOZAYİĞİ

Sınırlar herhangi bir etnik temel gözetilerek değil, sadece Fransa ve İngiltere'nin çıkarlarının öngördüğü şekilde belirlendiler. Böylece ortaya tam bir mozaik çıktı. Ancak barış ve birarada yaşamaya uygun bir mozaik değil, çatışma ve savaşa uygun bir mozaik. Nitekim siyonizm, bir devlet haline gelip İsrail'e dönüştükten sonra, bu mozayiği kullanarak Arap devletleri arasındaki çatışmaları ya da devletler içindeki iç savaşları körükleme imkanı elde edecekti. Ortadoğu'da bir yüzyıldır devam eden, özellikle de İsrail'in kurulmasından bu yana şiddetlenen karmaşanın nedeni, işte bu Osmanlı-sonrası düzenlemeydi. Osmanlı sonrasında oluşan "otorite boşluğu" hiç bir zaman doldurulamadı. Fransa ve İngiltere'nin yeni kurdukları devletlerde yaptıkları düzenlemeler de istikrar bozucu nitelikteydi. Örneğin Suriye'deki Fransız yönetimi, ülkede azınlık durumunda olan Aleviler'i Sünniler'e karşı kayırdı ve bugün hâlâ sürmekte olan azınlık iktidarına zemin hazırladı. Bu politika, Suriye'de kalıcı bir Alevi-Sünni çatışmasının tohumlarını da attı. 

YILANIN BAŞI ŞERİF HÜSEYİN

OSMANLI'nın Arap topraklarında yaşadığı sıkıntıların en temelinde Şerif Hüseyin yatmakta. 

İttihatçılar'ın Abdülhamit Han'ı devirmesinden hemen sonra göz hapsinde tutulduğu İstanbul'dan Mekke'ye gönderilen Şerif Hüseyin, burada İngiliz kaynaklı bazı ayaklanma faaliyetlerinde bulunmuş ve bölgeyi kısa sürede alt üst etmişti. 1. Dünya Savaşı'na giren zor durumdaki Osmanlı'yı içten çökertmek isteyen İngilizler, İngiliz Lawrance üzerinden planlar kurgulattırmış ve Hüseyin, hep istediği 'büyük Arap isyanı' hayalini Lawrance'in sağladığı finansman ile gerçekleştirmişti. 

MÜSLÜMANI MÜSLÜMANA KIRDIRMAK

Arap isyanı hayali için harekete geçen Şerif Hüseyin, yoldaşı Lawrance'dan aldığı altınlarla  bölgede ayaklanmaya teşvik hareketi başlattı. 1916'da kendini Hicaz Kralı ilan eden Hüseyin, sonrasında 'isyan' ve 'cihad' bildirisi yayınlayarak ''...Türkler dinden çıktılar. Araplar'ın Türkler'e karşı cihadı farzdır...'' diyordu. Yani Hüseyin, haçlıların İslam'a açtığı savaşta Müslümanlar'ı, Müslümanlar'a vurdurmak için harekete geçti. Yine Lawrance'in siyasi yardımları ile Hüseyin ailesi Arap coğrafyasına adeta emir-kral edildi. 

İLAHİ ADALET TECELLİ ETTİ

Oğulları Ürdün, Filistin ve Irak'a kral tayin edilerek bölgede İngiliz kolonilerinin temelleri atıldı. 1. Dünya Savaşı'nın ardından  Osmanlı Devleti, Arap coğrafyasındaki gücünü kaybetti. Bu duruma da en büyük etken Şerif Hüseyin ve onun ailesi sebep oldu. Her ne kadar kendileri amaçlarına ulaşarak halifeliği dahi ilan ettilerse de ilerleyen zamanlar onlara beklediklerinden daha da acımasız davrandı. Tabiri caizse ilahi adalet tecelli etti. Tahtını 1924'te Suudi Arabistan'ın şimdiki hakimi olan Suud ailesine devretmek durumunda kalan Hüseyin'in hayatı sürgünde geçti. Kıbrıs'a kaçıp sonrasında Amman'a sığınan Hüseyin, burada 1931'de öldü. 

Editör: Haber Merkezi