YENI bir terör hortladı…

Artık neyi yemeyeceğimizi değil, neyi yiyebileceğimizi düşünür hale geldik. Neyi giyeceğimiz, sağlığımız için önemli… Çocuğumuza aldığımız bir emzik bile ölümcül olabiliyor günümüzde…

Hani, sıkıntı bir kalemde, iki kalemde olsa mesele yok. Ama kasapta, markette, manavda, tarlada, eczanede, oyuncakçıda, konfeksiyonda ayakkabıda, bizi öylesine büyük tehlikeler bekliyor ki, bunların arasından slalom yaparak bile sıyrılmamız mümkün değil.

Bizim kuşak, her sebzenin, her meyvenin mevsiminde yendiği yılları bilir…

Kışın domatesi, patlıcanı bulamazdınız mesela… “Turfanda” diye bir tabir vardı… Hem de bir tane değil. “İlk turfanda” ayrı, veda ederkenki “son turfanda” ayrıydı… Şimdi, her mevsimde hemen hemen her sebzeyi bulmak mümkün…

Emperyalizmin, Dünya üzerine yaydığı GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ürünler ile, artık ne kabak eski kabak, ne karpuz eski karpuz, ne mısır eski mısır… Ürününü tarladan kaldıran üretici, o üründen tohumluk ayıramıyor.

Çünkü GDO sistemiyle tohumluklar, tohum değil artık… Yenisini almak zorundasınız… Rusya, bizden ithal ettiği üzümden, patatesten, domatesten şikayetçi… Ya, “üzerinde kimyasal kalıntı var” diye geri gönderiyor, ya “kimya, bunların içine sızmış” diye… Ektiği her üründe ekmeğini zor geri kalan üretici, enayi değil, Kimse, üstüne cebinden para verip kimyasallarla ürününü heder etmek istemez.

Ama, tohumdan gelen kalıtıma üretici ne yapsın… Gıda üzerinde Amerika’nın “dünyayı sarsan” GDO oyunu ve ucuz iş gücünü kanserojen ürünler üretmede kullanan ve Dünya pazarına “ne alırsan 1 lira!” mantığını getiren Çin yüzünden, artık yaşam ile ölüm arasındaki köprü gıcırdar hale geldi…

Hazır gıdalarda kullanılan yağlar, içinden tavuk tırnağı çıkan sosisler, soya fasulyesi katkılı sucuklar, domuz yağı kullanılmış bisküviler, domuz jölesiyle ömrü uzatılmış yoğurtlar, böcek kanıyla üretildiği öne sürülen tüm kolalar, fiyatı tavan yapan et yüzünden kasaplarda satılan ölü hayvan etleri tüketiyoruz artık…

Ayağımıza giydiğimiz Çin ayakkabısı, kanserojen… Çocuğumuza aldığımız ucuz Çin oyuncakları kanserojen… Eczaneden aldığımız ilaçta bile “kıl” çıkıyorsa, soruyorum size…

Biz nereye gidiyoruz?

Dünya nereye gidiyor?

İnsanlık nereye gidiyor?

Yaşam nereye gidiyor?

Tüm bunlar rastlantı değil inanın… Dünya’da giderek tükenen tatlı su kaynakları, bir zamanlar buğday üretilen tarlalarda artık para etmediği için yerine botanik çamların yetiştirildiği bir Türkiye’de yaşıyoruz, yaşatılıyoruz… Bu kendiliğinden mi oluyor sanıyorsunuz… Buna bizi zorlamadıklarını mı düşünüyorsunuz… Su savaşları, gıda savaşları yakın… Tüm bu gidişat, bir rastlantı değil… Asla değil.

Emperyalizm, nasıl bir sülük gibi dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına dişlerini geçirmiş emiyor, Ortadoğu üzerinde petrol oyunlarına son vermiyor, nasıl Kuveyt’ten başlayıp, Irak, Libya, Suriye, Mısır katliamlarına mimarlık yapıyor ve nasıl tüm bunlara uzatacak maşalar buluyorsa, öyle…

Dünya’nın en barışçı toprakları olan Ortadoğu, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hiçbir ülkenin koruma ve kollamasına gerek duymayan bu topraklar nasıl bir savaş tarlası haline geldi sanıyorsunuz… Kendiliğinden mi?.. Durup dururken mi?.. Dünya, hep Amerika’nın istediği rotada ilerliyor da ondan…

Mesele, Türkiye’den Rusya’ya giden patatesteki kimyasal kalıntı meselesi değil… Mesele, Dünya üzerinde Amerika’nın tekelci zihniyeti geliştirme stratejisidir… Ölü hayvan eti de yiyelim, içinden tavuk tırnağı çıkan sosisi de…

Ama ne olur, bu kirli ve insanlık dışı oyunların içinde olmayalım...