Gezi olaylarını hatırlıyorsunuz… Orada, birileri "devrilen bir ağaç" için yola çıkmış, ama iş de çığırından çıkmıştı…
Bir "çevrecilik" hareketi olarak kalmadı… "Her şey için" yükselen bir sese dönüştü…
 
"Adalet arayışına" dönüştü…
"Hak arayışına" dönüştü…
"Milli gelirden adil biçimde hak alma çabasına" dönüştü…
"Özel hayatı korumaya" dönüştü…
"Kürtaja karışma"ya dönüştü…
"Ne giyeceğime karışma"ya dönüştü…
"İçeceğime karışma"ya dönüştü…
"İşsizliğ çare bul"a dönüştü…
"İnsanca asgari ücret"e dönüştü…
 
Belki sonlanacak, belki daha da alevlenecekti… Bilemem… 
 
Yürütmenin başı, "Yüzde 50'yi evlerinde zor tutuyorum" dedi; devletin kolluk gücü girdi devreye ve iktidarın "sokağa inme" olarak adlandırdığı hareket kesildi…
Doğrusu da buydu… 
Sonrasında bir "duran adam"a bile izin vermedi iktidar…
Sokağa inilemeyeceği gibi, "durulamayacaktı" da…
 
Demokrasinin en doğal hakkı olan "gösteri" hakkı var mı şimdilerde bilmiyorum…
Yine demokratik bir hak olan "grev" yapılabiliyor mu, onu da bilmiyorum…
"Yürüyüş" yapılabiliyor mu mesela, demokratik bir hak olan; onu da bilmiyorum… 
"Eleştirme hakkı"mız kaldı mı, onu da bilmiyorum…
 
Ama bildiğim bir şey var…
Sokaklar, önemlidir… Bu halk, hakkını aramak için "sokaklara indi sayılmıştı" ya… 
Diyorum ki, halk tabii ki sokaklara inmesin… Kargaşaya, kaosa neden olacak toplu hareketlerin felaketlere dönüşebilecek sonuçlarını görmüyor, bilmiyor değilim…
Huzur dururken; böyle bir tabloyu kim arzu eder, kim teşvik eder, kim benimser ki…
 
Ama halkın sokağa inmesi ne kadar gereksiz, tehlikeli ve huzur bozucuysa da; halkın söylemek istediği bir şeyler olduğunun da göstergesiydi Gezi olayları… Sesini duyuramayanların başvurduğu ya da sürüklendiği ya da itildiği bir tehlikeli sahneydi…
Asla tekrarlanmamalı, özendirilmemeli, teşvik edilmemelidir…Şiddetle karşıyım buna…
 
Ama halkın sesine ve isteklerine de duyarsız kalınmamalıdır…
Halka kulak vermek, her iktidarın; hatta iktidara aday olan muhalefetin en önemli görevlerinin başında gelmez mi?..
O halde iktidar ve hatta muhalefet ne yapmalıdır?..
Kendisi sokağa inmelidir…
İnmelidir ve kulak vermelidir halkına… 
Ne istiyor, derdi ne?..
Nelerden şikayetçi, nelerden memnun…
Kardeşçe, huzurla ve bu ülkeyi daha ileriye taşıyacak hangi gelişmeleri bekliyor iktidardan… Ve neler istiyor muhalefetten…
 
Halk sokağa elbette inmesin…
Ama özellikle İKTİDAR SOKAĞA İNSİN… 
Hem de sık sık insin…
Dinlesin, önem versin, değerlendirsin…
 
Huzurlu bir ülke istiyoruz hepimiz… Güvenli bir ülke… Gelecek endişesi taşımadığımız bir ülke… Hakça, adilce paylaştığımız bir ülke istiyoruz…
 
Bunu sağlamak, bu kadar zor olmasa gerek…
Haydi!... Siz, bizi yönetenler…
SİZ SOKAĞA İNİN…
İnin ve kulak verin…
 
Unutmayın!... SİZ de BİZ'diniz bir zamanlar… Ve bir gün BİZ de SİZ olabiliriz…
 
YAZ KENARA
 
Eğer sizi üzen kişilere hala selam verebiliyorsanız, bu vicdanınızın sadakasıdır. 
(Mevlana)
 
Noel ve yılbaşı…
 
"Noel bir Hristiyan bayramıdır aslında… Her yıl 25 Aralık'ta kutlanır… Hepsi bu…
Hristiyanlar kutlamalarına 24 Aralık günü "noel arifesi" dedikleri günde başlar ve bir gün sonra da peygamberleri olan İsa'nın doğumunu kutlarlar… 26 Aralık akşamında da sona erer…"
 
İslam aleminde sık sık tartışmalar yaşanır bu konuda. Oysa, "Noel" nasıl sadece Hristiyan aleminin bir bayramıysa, "yılbaşı" da giden bir yılın yerine gelen yenisinin vedalaştığı 31 Aralık gecesidir…
 
Yani Noel'in yılbaşıyla, yılbaşının da Noel'le aslında yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur… 
 
Nasıl ki, her birimiz yeni bir güne yeni umutlarla başlıyor, birbirimize "günaydın" diyerek günümüzün aydınlık geçmesini diliyorsak… Nasıl ki her birimiz, her pazartesi, birbirimize "iyi haftalar" diliyorsak, öyle bir şey aslında…
Yılbaşı, her hangi bir dine ait olmayan, herhangi bir zümre için olduğundan daha özel bir anlam taşımayan bir gecedir…
Bir yılı uğurladığımız, yeni bir yılı yeni umutlarla, hepimiz adına hayırlı olması dileğiyle karşıladığımız gecedir…
Büyütmeyelim olmaz  mı…
Öküz altında buzağı aramaya gerek yok…
Haydi!..
Hepinize mutlu yıllar…