Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir.

Hülagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür.

Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar.

Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder.

Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder.

Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar.

Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.

Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargahında, o beldenin en büyük alimi ile görüşmek istediğini bildirir.

Bu haber, alimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez.

Bu haber zamanın genç alimlerinden Kadıhan’a ulaşır.

Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir.

Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Öyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır.

Çünkü bir kurban bulunmuştur.

Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar.

Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır.

Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, ‘’Banagöndermek için bula bula seni mi buldular.

Gönderecek başka birini bulamadılar mı’’diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim.

Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim.

Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim.

Üçünü de çadırın önüne bıraktım.

Onlarla görüşebilirsin!” der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir.

“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi.

Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik.

Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük.

Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi,der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar.

“Peki, beni buradan kim gönderebilir” Cevap çok manidardır.

O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.