Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde bulunan tüm milletler refah, huzur ve hoşgörü içersinde yaşamışlardır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu fethettiği yerlere vatan gözüyle bakmış ve oraları ihya etmiştir. Sömürgeci gibi davranıp girdiği bölgeleri talan etmek, insanları katletmek veya yeraltı kaynaklarını çalmak gibi bir girişimde bulunmamıştır. Aksine fethettiği yerleri vatanlaştırmak için cami, medrese, imarethane, bedesten, han, hamam, kervansaray, şifahane, çeşme, köprü vs. gibi aklınıza gelebilecek her türlü yatırımları yaparak fethettiği yerleri adeta yeni baştan inşa etmiştir. Bunun yanı sıra bazı sömürgeci ülkeler gibi fethettiği bölgelerde insanlara zorla dilini veya dinini kabul ettirmemiştir. Aksine hoşgörü politikası uygulayarak insanların kalplerini fethetmeye çalışmıştır. İşte Osmanlı İmparatorluğu 630 sene böyle ayakta kalmıştır. 

Ancak 1789 Fransız İhtilali'nin yaydığı milletçilik akımı Osmanlı İmparatorluğu'na da sirayet ederek parçalamanın eşiğine getirmiştir. Bu dönemde Ortadoğu Bölgesini ele aldığımızda Osmanlı İmparatorluğu bazı Arap Aşiretlerinin ihanetine uğramış ve bunun bedelini ise günümüze kadar hâlâ devam eden Batılı ülkelerin egemenliğinde kalarak ödemektedir.

Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetinde kalan Ortadoğu halkları, Birinci Dünya Savaşı'nın sağladığı durumdan yararlanarak bağımsızlıklarına kavuşmayı arzu ederken aslında İngilizlerin amaçlarına hizmet ettiklerini çok sonradan anladılar. 

Şerif Hüseyin İngilizlerle anlaştı

Osmanlının bölgeden çekilmesiyle Ortadoğu'da bağımsız Arap Devletleri kurulacağı konusunda Müslüman Arap halkları İngilizler tarafından büyük bir beklenti içerisine sokuldu. Böylelikle İngilizler, Arapların desteğini aldı. Fakat 1920 Paris Konferansı ve San Remo'da düzenlenen konferans Araplar için büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü 1882'de henüz Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçasıyken güya bağımsızlık sözü alan Araplar artık İngiltere'nin ve Fransa'nın sömürgesi haline gelmiş oldu. 
1914'de Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Suriye ve Lübnan'ın Fransız mandasına terk edildiği tarih olan 1922'ye kadar geçen sürede içeride ve dışarıda tarihi olayların yaşandığı bir dönem olmuştur. Çoğunluğu Avrupa veya Amerikan Üniversitelerinde eğitim görmüş Arap aydınları Osmanlı idaresinde iken öncelikle bir takım idari yenilikler yapılması talebiyle başlattıkları hareketi yaygınlaştırıp işi Osmanlı'ya karşı bir bağımsızlık mücadelesine dönüştürmeye başladılar. Bunun üzerine bölgeye gönderilmiş olan Osmanlı Ordusu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın sert tedbirleriyle karşılaşmak durumunda kaldılar. 

Cemal Paşa'dan karşı hamle

Ancak buna rağmen bu dönemde gizli örgütler kurarak başına da Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ın da üye olduğu El- Fetat adlı örgüt ile El Ahd adlı örgütler kurdular. Fakat Cemal Paşa El-Fetat'ın üyelerini tutuklattı ve Osmanlı'ya karşı gizli faaliyet yürüten örgüt mensubu çok sayıdaki kişiyi de 6 Mayıs 1915 sabahı Şam ve Beyrut'ta idam ettirdi. 
Bu arada Mekke Şerifi Hüseyin ile İngiliz Yüksek Komiseri Henry McMahon arasındaki yazışmalar oldu. Bu yazışmalar sonucunda bir anlaşmaya varıldı. İngiltere, Arap olmadığını söylediği Mersin ve İskenderun bölgeleri ile Şam, Humus, Hama ve Halep'in batısına düşen toprakların Arap Devleti için önerilen sınırların dışında tutulması, Bağdat ve Basra'daki çıkarlarının güvence altına alınması şartıyla bağımsız bir Arap Devleti kurulmasını fikrini kabul etti. Kendince yeterli gördüğü bu durum karşısında Şerif Hüseyin 1916 Haziranında bağlı bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyan etti. 

Arap Ülkeleri Kralı

Mekke'de bulunan sınırlı sayıdaki Osmanlı askerlerini şehit ettikten sonra şehrin kontrolünü ele geçirdi. Daha sonra 5 Kasım'da kendisini Arap Ülkeleri Kralı ilan etti. Fakat bu sırada İngiltere ile Fransa arasında 16 Mart 1916'da Sykes Picot Anlaşması ile Halep, Humus ve Şam'ı da kapayan bütün Suriye toprakları Fransa'ya verilmişti. Dolayısıyla Osmanlı, Mondros Ateşkes Anlaşması'nı da imzalayıp 1918 Ekim ayında Suriye'yi terk etmek durumunda kalınca Faysal Suriye'yi kontrol altına aldı. Buna karşılık Fransa da Lübnan'ı denetimine aldı. Yalnız Fransa'nın asıl amacı Suriye'dir. 1920 Nisanında Müttefikler Yüksek Konseyi'nin San Remo'daki toplantısında Lübnan ve Suriye'nin Sykes Picot gizli antlaşması doğrultusunda Fransız Mandası olmasına karar verilmesi neticesinde Fransa kısa sürede Şerif Hüseyin'in elinden Suriye topraklarını aldı. Bunun üzerine başta kendisinin ve oğlu Faysal ile diğer Arap Milliyetçilerinin Bağımsız Arap Devleti kurma hayalleri suya düştü ve Şerif Hüseyin 1930'a kadar kalacağı Kıbrıs'a sürgüne gönderildi. Ölmeden bir yıl önce oğlu Ürdün Kralı Abdullah'ın yanına geldi. Osmanlı'ya karşı ayaklanmada ne kadar büyük bir hata yaptığını gözyaşları içinde kabul etse de artık son pişmanlık fayda etmeyecekti. 

İki büyük felaket

Çünkü Ortadoğu'da iki büyük felakete sebep oldu. Birincisi Ortadoğu'ya sömürgecileri sokmasına ikincisi ise Filistin'de kurulacak bir Yahudi Devletine kapı aralayan Balfour Deklarasyonu'nun açıklanmasına neden oldu. 
Savaş sonrası bölgenin haritası tamamen değişti. İngiltere ve Fransa son derece stratejik bir öneme sahip olan Ortadoğu'yu "böl-parçala-yönet" taktiği ile küçük parçalara ayırdı. Savaş öncesi bölgede sadece Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Mısır var iken Ortadoğu'da sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda birçok yapay devlet kurduruldu. Sonuç itibari ile Şerif Hüseyin ve onun gibi düşünenlerin yaptıkları ihanet yüzünden Ortadoğu'nun bedeli emperyalist iştahlar tarafından sömürülmek oldu. 

Benim adım Öğretmen gezerim belde belde

Öğretmen bilginin ışığında vatanı yükseltendir. Her türlü zorlu şartlar altında görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan kutsal bir vazifeye sahip olan kişidir. Yüce dinimiz İslam başta olmak üzere atalarımız da öğretmene hak ettiği değeri verip saygı göstermiştir. Hz. Muhammed Efendimiz'in (SAV) "Ben ancak bir muallim olarak gönderildim." sözü Peygamberimizin eğitimcilik yönünü vurgularken, İslam'ın ilme ve öğretmene değer vermesinden feyiz alan atalarımız da aynı hassasiyetle öğretmene verdikleri değeri her defasında göstermişlerdir. 

Nitekim tatlı bir ilkbahar sabahı Fatih Sultan Mehmet atına binmiş ve fethettiği İstanbul'a giriş yaparken sağında ve solunda hocaları Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani vardı. Yine aynı şekilde Büyük Türk Mustafa Kemal'in dediği gibi; "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenlerden, eğiticilerden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır."

 Ve "Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır" sözleri öğretmene verilen değerin yanında öğretmenlik vazifesinin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu da göstermiştir.  
Öğretmenlik bazen Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay olup Menemen'de şehit olmak bazen 26 günlük öğretmen iken ilk kadın şehit Neşe Alten olmak bazen de bir öğretmen adayı Dursun Önkuzu ya da Fırat Yılmaz Çakıroğlu bezende hayatının baharında 22 ve 23 yaşlarında şehit edilen Necmettin ve Aybüke öğretmen olmaktır. Ancak her ne olursa olsun öğretmenlerin yüreğindeki vatan sevgisi ve bayrak aşkı oldukça; "pusu kursalar bile beni vursalar bile benim adım Öğretmen, gezerim belde belde" diyerek şarkılar söylemeye devam edeceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutlarken, Baş Öğretmen Büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk'ü ve ebediye intikal etmiş tüm kahraman öğretmenlerimizi saygı ve minnetle yâd ediyorum.