İNSANLIĞIN çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor. Kendisini sevilmeye layık görmediği için sevmekten korkuyor. Sorumluluk getireceği için düşünmekten korkuyor. Eleştirilmekten korktuğu için, konuşmaktan korkuyor.

Reddedilmekten korktuğu için duygularını ifade etmekten korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için yaşlanmaktan korkuyor.

Kısacası yaşamayı bilmediği için ölmekten korkuyor. W. SHAKESPEARE

Düşünmek ne gibi bir sorumluluk getirir? Sorumluluk getireceği için düşünmekten korkanların sayısını küçümseyemeyiz. “Bana ne?” “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.

Beni yiyecek aslanın ayak seslerini henüz işitmiyorum” gibi mazeretlere sığınan kişilerin en büyük korkusu sorumluluk yüklenmektir. Bazıları da yetki kullanmayı istemesine rağmen, sorumluluk yüklenmekten hoşlanmaz.

Öylelerine göre, yetkiler daima onda olmalı ama bunun sorumluluğu hiç olmamalı, o kazandıktan sonra kaybetmek bütün sözlüklerden çıkarılmalı. Onun yetkisi sürekli olmalıdır. Ama sorumluluğu asla olmamalıdır.

Bu tür insanlar ateşperest İran kültüründen kaynaklanan masumiyet anlayışıyla günümüze kadar olagelmiştir. Ama onların olduğu yerde düşünceye yer yoktur. İnsanları yarı tanrı olarak kabul edebilen bir toplumda yetki sahiplerinin aynı zamanda sorumluluk taşıması beklenemez.

Çünkü onlar doğuştan masumdur. Yani koruma altındadır. Bütünüyle tanrı olmadığı için tanrı tarafından korunmaya alınmıştır. Yetki kullanmaya gelince her şeye hakkı vardır. Sorumluluk yüklenmek söz konusu olduğunda masum olma hali gündeme gelir.

Eleştirilmekten korkanların konuşmaktan kaçındıklarını görürsünüz. Başlangıçta öyle bir tercihe sahip olanların konuşmayışlarını olgunluklarına bağlarsınız. Ketum ve sağlam bir kişiliğe sahip olduklarını düşünürsünüz. Ağzının içine bakarsınız. “Bir kerecik konuşsa da içimiz aydınlansa, bildiklerinden biz de yararlansak” diye beklersiniz. Ama nafile, “Bilmiyorsan susta adam sansınlar” sözüne göre hareket etmektedir çünkü.

Sustukça itibarının artacağını hayal eder başlangıçta. Bir süre geçtikten sonra sustukça değeri yükselir. Herkes onun ağzından çıkacak bir tek cümleyi bekler. Sabırsızlananlar olur.

Onun ne kadar büyük bir lider, önder, kariyer sahibi, becerikli ve işinin ehli olduğunu keşfetmeye çalışanların umdukları dağa kar yağınca gerçekler onun ağzından ortaya dökülmeye başlar.

Sürekli susarak kendini kıymete bindirenlerin suskunluğunun altında yatan gerçek bir gün mutlaka ortaya çıkar. O gerçek sebebin derinliklerinde, korku bulunduğunu çözmek zor değildir.

“Niçin ve kimden korkacak?” demeyiniz. Çevrenize dikkatli bir gözle incelerseniz mutlaka benzerleriyle karşılaşırsınız. Bu tiplerin toplumun önünde fazla görünmek istemeyişine şahit olursunuz.

Yetkileri tekellerine almaktan hoşlandıkları halde çevresindekileri yetkilendirmeyi asla düşünmezler, çevresindekilerin de kendileri gibi yanlış yapabileceği kuşkusuyla en küçük eleştiriyi büyütürler de büyütürler.

Böyleleri için unutulmaktan daha kötü bir son yoktur. Peki, unutulmak ne demektir? Hiçbir şey yapamazlar. Yapmak isterler belki ama yapmaktan da korktukları için yapmayı göze alamazlar. Yanlış yapmaları halinde karşılarına çıkacak eleştiriye tahammülleri yoktur. Muarızlarına karşı son derece itinayla yaklaştıkları halde, maiyetlerinin kabiliyetlerine uygun duruş sergilemesine bir türlü tahammül gösteremezler.

Buna cüret edenleri linç ederler. “Yahu bizim böyle bir tanıdığımız var” dediğinizi duyar gibiyim. “ Hem de başımızın belası” diyorsunuz!. Ne diyelim, suskunlukları bozuldukça batanları, iş yapmaktan korkanları, iş yapmamakta direnenleri, her seçimi kaybettiği halde kazanan benim diyenleri başınıza kim bela etti? Başkaları mı?