Müslümanları birbiriyle kardeş kılan, Cenâb-ı Hak’tır. Ayet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “Mü’minler, ancak kardeştirler...” (el-Hucurât, 10)

İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri gönlün muhabbet iklîmine alabilmek, samimî ve candan bir dost olabilmek, kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanında tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedakârlıkta bulunabilmeyi gerektirir.

Mekke’den hicret eden Muhâcirler ile onlara muhabbetle kucak açan Ensar, arasındaki kardeşliği örnek göstermektedir. Peygamber Efendimiz’in, Muhâcirlerle Ensar arasında gerçekleştirdiği kardeşlik anlaşması, eşsiz bir fazîlet tablosudur.

Öyle ki Ensar, âdeta mal beyânında bulunarak bütün varlıklarını ortaya koymuş, Muhâcir kardeşleriyle eşit olarak bölüşmeyi göze alabilmişlerdir. Buna mukâbil, gönülleri birer kanaat hazinesi olan Muhâcirler de istiğnâ hâlinde: “-Malın-mülkün sana mübârek olsun kardeşim, sen bana çarşının yolunu gösteriver, kâfî!” diyebilme olgunluğunu sergilemişlerdir.

Bugün, bize kudsî bir miras gibi intikal eden din kardeşliği, asr-ı saâdetin bir bereketidir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamber, ilk müslümanları ilâhî lûtuf ve ihsanla âdeta sağlam bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlemiş, aralarında kan dâvâları bulunan nice kabileleri, sarsılmaz bir kardeşlik bağıyla birleştirmiştir.

Güçlünün zayıfı ezdiği, zulüm, haksızlık, kin ve husûmetin âdeta kan gölüne çevirdiği o korkunç bedevîlik çölleri, kısa zamanda üstün bir fazîletler medeniyeti hâline gelivermiştir.

İslâm kardeşliği sâyesindedir ki mü’minler, ırk, meşrep ve mezhep gibi farklılıklara rağmen, asırlarca birlik ve beraberliğin huzuruyla yaşamışlardır. Birlik ve beraberliği baltalayan nefsânî ihtirasların, benlik dâvâlarının, siyâset ve riyâset kavgalarının, hiddet ve nefretin yegâne çâresi, “İslâm kardeşliğinin kalpte şuur ve idrâk hâline gelebilmesi’dir.’’

Buna göre: Durumu iyi olan bir mü’minin, kendisine mürâcaat eden zor durumdaki din kardeşine yardımcı olması, kardeşlikte birinci merhaledir. Ayet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “...Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de insanlara ihsân et!..” (el-Kasas, 77) “...Sen onları sîmâlarından tanırsın...” (el-Bakara, 273)