Konya'da yetişmiş âlim ve fıkıh adamıdır. Doğum tarihi belli değildir. Tahsil hayatının ilk dönemi Ahilerin yoğun olarak faaliyette bulunduğu Konya'da geçmiştir. Moğol askerlerinin ve Selçukluların baskısından batı bölgelerine göç eden âlimler arasında Dursun Fakih de vardır.

O Selçuklu Devleti'nin ömrünü tamamladığının ve bayrağı Söğüt'te kurulan küçücük bir beyliğin lideri olan Osman Bey'in devralacağının bilincindedir. Hayatı: Dursun Fakih'in doğduğu yıllarda, -kesin doğum tarihi tam olarak belli olmamakla birlikte 1260'tan sonra olabilir-Konya'da Ahi âlimler çoğunluktaydı ve eğitim ve öğretimde faal idiler.

Konya'daki ahi âlimlerden ilk tahsilini alan Dursun Fakih,  Moğol baskısına dayanamayan âlimlerle birlikte nispeten Moğol nüfuzunun daha az olduğu uç bölgelere doğru göç etmiş ve Eskişehir'de İtburnu denen mevkie gelerek Şeyh Edebali'ye intisap etmiştir. Ondan, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı. Osman Bey'in Doğu Romalılarla yaptığı sınır savaşlarına, gazalara katıldı.

Cephede mücahitlere destek vererek onları cesaretlendiriyordu. Dursun Fakih, Osman Bey'in yanında savaşlara katıldıktan sonra devletin dini işlerini üzerine aldı. Özellikle Şeyh Edebali'nin vefatından sonra dini meselelerde onun fetvasına müracaat edildi.

Mecdi Efendi, Şakayıkın Numaniye Tercümesinde, Dursun Fakih, Karacahisar'a kadı tayin edildiğini ve Osman Gazi adına hutbe okuduğunu ve Eskişehir'de bayram namazı kıldırdığını yazmaktadır.

(1) Tacü't- Tevarih yazarı Hoca Sadedin Efendi, Dursun Fakih'in Karamanlı olduğunu, Şeyh Edebali'nin yanına giderek ondan tefsir, hadis ve fıkıh tahsil ettiğini, daha sonra Şeyh Edebaliye damat olduğunu, Edebalinin vefatından sonra fetva makamını işgal edip din işlerini yürüttüğünü belirtmiştir.

(2) Kamusu'l- Âlâm'da

(3) da Dursun Fakih'ın hayatı hakkında diğer kaynaklardan farklı bir bilgiye ulaşmıyoruz. Hemen hemen diğer kaynaklara yakın ve çok kısa bir şekilde bilgi verilmiştir. Şeyh Edebali'nin yanında tefsir, hadis ve fıkıh tahsil ettiği, daha sonra ona damat olduğu ve onun vefatından sonra müftülük makamını işgal ettiği kayıtlıdır.

İhlâs Yayınlarının Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi Dursun Fakih maddesinde şu ilginç ifadeler yer verilmektedir: "Türkiye Selçuklu Sultanının Gazan Han tarafından İran'a götürülmesinden sonra Selçuklu devleti parçalandı.

Ortaya çıkan her bey yer ve sancak aramaya başladı. Bu haber Osman Bey'e ulaşınca Mecliste bulunan Dursun Fakih, Osman Bey'e şu teklifi yaptı: Beyimi Cenab-ı Hak size sığınacak yer arayan Müslümanları bir araya toplayıp idare etme basiretini ve gücünü ihsan etmiştir.

Allahü Teala'nın inayeti, dua ordusunun himmet ve bereketiyle, gaza ordusunun kuvvet ve kudretiyle çevrenizdeki tekfurları dize getirip bir çoklarının topraklarını mülkünüze dâhil ettiniz.

Şimdi sıra Anadolu topraklarını ehil olmayanların elinden kurtarıp ahalisini huzura kavuşturmanın sırası gelmiştir. Müsaade buyurun da adınıza hutbe okuyup, sizi sultan ilan edelim."

(4) Halbuki o devre yakın bir zaman diliminde yaşamış olan Aşıkpaşazade'nin (ö.1484) ifadesine göre, hutbe okutulması fikri direk Osman Bey'den gelmektedir. Aşıkpaşazade, Karacahisar'ın fethinden sonra Osman Bey'in buraya Germiyan ahalisinden bir kısım halkı getirttiğini ve Dursun Fakih'in onların tavsiyesi üzerine şehre kadı olduğunu yazar.

Ayrıca Osman Gazi adına hutbe okunmasında Dursun Fakih tereddütlüdür ve Selçuklu Sultanından izin alınması gerektiğini belirtmesi üzerine Osman Bey'in verdiği cevap çok ilginçtir.

Benim bu kaleyi fethetmemde Sultanın dâhili nedir ki?" . Bu olayı Aşıkpaşazade, Tevarih-i Ali Osman'da şöyle anlatır: "Osman Gazi Karacahisar'ı aldı. Şehrin evleri boş kaldı. 

Germiyan vilayetinden hayli halk geldi ondan ev dilediler. Osman Gazi verdi. Bir nice kiliseler dahi vardı. Mescit ettiler ve Pazar dahi kurdular. Bu kavim ittifak ettiler: "Cuma namazı kılalım. Ve hem bir kadı dahi dileyelim" dediler. 

Dursun Fakih derlerdi bir aziz vardı ve o kavme imamlık ederdi. Ona söylediler. O dahi geldi. Osman Gazi'nin kayın atası Şeyh Edebali'ye söyledi.  Dahi söz tamam olmadan Osman Gazi geldi ve sordu: "Muradların bileydi." 

Osman Gazi der: "Her ne kim size gerekdir onu edin." der. Dursun Fakih "Hanım, sultandan izin gerektir." der.  Osman Gazi der: " Bu şehri hod kendi kılıcımla aldım. Sultanın bunda dâhili var kim andan izin âlim. Ona sultanlık veren Allah bana da hanlık verdi" dedi.  "Eğer minneti şu sancaksa ben hod kendi sancağıyla götürüp uğraştım.

O eğer ederse kim ben 'Al-i Selçukum derse ben hod Gök Alp nesliyim. Eğer bu vilayete ben onlardan önden geldim derse Süleyman Şah onlardan hod önce geldi" ve ol kavim dahi razı oldu. Kadılığı ve hatipliği Dursun Fakih'e verdi.

Cuma hutbesini Karacahisar'da okundu. Bayram hutbesi Eskişehir'de okundu"

(5) Dursun Fakih'in Osmanlı Devleti'nin istiklalini ilan etmesi bakımından çok önemlidir. Osman Bey, Karacahisar'ı 1288'de fethetti. Burada bir hutbe okunması, özellikle hutbenin Osman Gazi adına okunması, Osmanlı devletinin bağımsızlığını daha öne çekmektedir. Yani Osmanlı Devleti bağımsızlığını 1299'da değil 1288'de kazanmıştır.

Bu zamana kadar hutbe Anadolu'daki Selçuklu devleti adına okunuyordu. 1288'den sonra hutbe, direk Osmanlı Sultanı adına okunur oldu. İbrahim Hakkı Konyalı,

(6) Abideleriyle Konya Tarihi adlı kitabında Dursun Bey Camiini hakkında bilgi verirken, Dursun Bey'in Konya Karaman'dan olduğunu belirtmektedir. Caminin ilk defa Dursun Fakih adına yapıldığını ifade eden Konyalı, Dursun Bey'in Osmanlı Devletinin ilk kadısı ve şeyhülislamı olduğunu, Karacahisar'ın fethinden sonra camiye tebdil edilen bir kilisede ilk Cuma namazını kıldırdığını ve Osman Bey'in adına ilk bağımsızlık hutbesini okuduğunu kaydetmektedir.

Vefatı: Şehy Edebali'nin 1326'da vefat edip onun yerine müftülük makamına oturan Dursun Fakih'in ne zaman vefat ettiği belli değildir. Bazı kaynaklar onun 1351'de Süleyman Paşa'nın ordusunu Çanakkale boğazından Çimpe kalesine çıkarırken hayatta olduğundan bahsettiğine göre vefatı 1352'den sonradır. Kabir Bilecik'te Şeyh Edebali Türbesi içindedir.

Türbede, Şeyh Edebali, Dursun Fakih ve Muhlis Baba'dan başka Edebali'nin torunlarından bazı kimseler ve türbenin dışındaki bir bölmede de Osman Bey'in ilk eşi ve Edebali'nin kızı Malhun Hatun yatmaktadır.

Dursun Fakih'e bundan başka iki türbe-makam daha isnat edilmektedir. Bunlardan biri Karacahisar'da küçük bir tepe üzerinde, diğeri de Söğüt'ün Küre Köyü civarında başka bir tepe üzerindedir.

(7) Şahsiyeti: Kendi zamanı ve kendinden sonraki âlimleri, Dursun Fakih'in ilmiyle amel eden, İlim adamları, devlet adamları, askerler ve halk tarafından çok sevilen, sözü dinlenir bir kişi olduğunda müttefiktirler.

Şeyh Edebali gibi Osmanlı Devleti'nin kuruluş mimarlarından olan birinin yanında bulunması, ondan tefsir, hadis, fıkıh ve Türk töresi hakkında ders alması onun ne kadar mümtaz bir kişi olduğunu gösterir.

Halk üzerindeki etkisi öyle büyük olmuştur ki yazdığı Gazavatname istinsah edilerek günümüze kadar gelebilmiştir. Osman Gazi'nin yanında savaşlara katılması, askerlere okuduğu dini şiirlerle millî ve dinî duyguları güçlü tutması, bir beylik olan Osmanlı Beyliğinin köklü bir çınar olmasına, bir cihan imparatorluğuna giden yol açmıştır.

Eserleri: Şeyh Edebali'nin vefatından sonra fetva makamına oturduğu için muhtelif konularda fetvalar vermiştir. Mesela pazara getirilen mallardan "baç vergisi"gibi. Fakat bu fetvaların derlenip toplandığı bir eseri mevcut değildir.

Elimizde bulunan tek eseri Gazavatname'dir. İlim ve hukuk adamlığı yanında aynı zamanda bir şair olan Dursun Fakih, yazdığı şiirlerle gazileri gayrete getirmiş ve bu şiirler Gazavat-name adını almıştır.

Gazavat-name, Eski Türk Edebiyatının dini içerikli ilk manzum eserler olması bakımından çok önemlidir. Gazavat-name mesnevi tarzında, aruzun "failâtün, fâilâtün, fâilün" kalıbında yazılmıştır. Gazavatname'de, Hz. Muhammed'in sahabelerinin; bilhassa Hz. Ali ve Hz. Halid b. Velid'in putperestliği ile meşhur bir kabile olan Pinhan kabilesi reisi Mukaffa'ya karşı yaptığı savaşları anlatan şiirler vardır.

(8) Gazavatnamenin bir nüshası da Koyunoğlu Kütüphanesinde bulunmaktadır. Yazı sitili, nesihe yaklaştırılmış bir sülüstür. Gayet okunaklıdır. 14. yy.lın Türkçesinin akıcı üslubuyla manzum olarak Hz. Ali'nin Menkıbeleri, kerametleri, savaşları, rehin alınması, Hz. Hasan ve Hüseyin ile HZ. Fatıma'nın duygu ve düşüncelerini, ıstıraplarını tasvir eden beyitler vardır. Bunun yanında Hz. Muhammed'in (sav) diğer sahabeleri Halit b. Velid ve Hz. Cabirin gösterdiği kahramanlıkları ve kerametleri hikâye edilir.

Gazavatname'nin ilk sayfasının beyitleri şöyledir: Haza kitab-ı Dermiyan Gazavat-ı Ali b. Ebi Talib (keremallahu veche) Evvel Allah adını yâd edelim Dahi sonra söze bünyad edelim Hem anâlim Tanrı'nın Peygamberin Ruz-i mahşerde şâfi' ola yârin Âl-ını evladını ashabın Hem dahi etba'ını ahbabını Yad idicek söyle gel ey müminin Radıyallahü aleyhim ecma'în Söyle gel ey bülbül-ü anka sıfat Kim her işte sende vardır marifet Söyle gel senden gelen söz hub olur

Her ne kim söz söylesen mergub olur Çünkü yaraşır sana söz söylemek Hayf ola dilünü hâmûş eylemek Bir nefes urusunda Ruh'l- Emin İşidecek kıla yüz bir aferin Söyle gel ey mürg-ü kuddusî söyle gel Ziver-i zîbâ hikâyet eyle gel Farzını fevte etme dil söyler iken Her sözün hoş-beyan eyler iken Kim bu fırsat değmeniz germez ele Söyle fırsat şimdi senindür hele Ele fırsat germiş iken etme fevt Yohsa bağla… sana gözde mevt Dil revan iken sözü cem eyle gel Meclis içre manasın şem' eyle gel"

(9) Dursun Fakih'ın kendi el yazması mı yoksa onun çoğaltılmış bir nüshası mı oldu olduğunu kesin tespit edemediğim yazma halinde bulunan Gazavatname, o devirde kullanılan Türkçenin ne kadar sade, duru ve akıcı olduğunu gösteren bir üslupla yazılmıştır. Herkes çok rahat okuyup anlayabilir.