‘’Ben artık kemale erdim’’ diyerek, veya kendinde manevi bir üstünlük vehmederek gurur ve rehavete kapılmak yoktur.

Aksine; kendini daima kusurlu ve noksan görüp, gayreti artırmak esastır.

Şair ne güzel söylemiş:

‘’Çeşm-i insaf gibi kamile mizan olmaz, kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz’’..

Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri de; ‘’Herkes, hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar hep bildiğiyle övünür durur.

Nihayet hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman mârifet kemâle erer.

Çünkü gerçek bilgi, bilmediğini bilmektir’’, buyurmuştur.

Ahiretleri hakkında ilahi teminat altında bulunan peygamberler dahi, ‘’havf ve reca korku ve ümit’’ duyguları arasında daima ilahi rahmete sığınmışlardır.

Mesela, maldan, candan ve evlattan imtihan vererek Allah’ın Halil’idostu olan İbrahim (aleyhisselam) ahiret endişesi içinde; ‘’Ya Rabbi! Kulların diriltilecekleri gün beni mahcup etme!’’ (eş-Şuara, 87) niyazında bulunmuştur.

Allah’ın Habibi Peygamber Efendimiz, geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğu halde, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde namaz kılmış ve istiğfar etmiştir. Niçin böyle yaptığı sorulunca da: ‘’Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı’’.. buyurmuştur.

(İbn-i Hibban) Yine ‘’Aşere-i Mübeşşere’’, yani daha dünyada iken Cennet’le müjdelenen sahabilerden hiçbiri, nail oldukları bu müjdeye güvenip kulluk vazifelerinde gevşeklik göstermemiş, asla gurur veya rehavete kapılmamıştır.

Aksine, büyük bir kalbi rikkatle, gayretlerini daha da artırma azmi içinde, örnek bir kulluk hayatı yaşamışlardır.

Şu hadise, sahabenin kalbi hassasiyetine ne güzel bir misaldir: Selman-ı Farisi, her haliyle ve bilhassa da Allah yolundaki fedakarane gayretleriyle öyle mümtaz ve müstesna bir şahsiyet haline gelmişti ki, Ensar ve Muhacirler: ‘’Selman bizdendir’’, diyerek onu paylaşamaz olmuş, hatta bu hususta tartışmaya başlamışlardı.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ de hem onların arasını bulmak, hem de Selman’ı taltif etmek için: ‘’Selman bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir!’’ buyurdular. (İbn-i Sa’d).