BİZİM siyasilerimizin tamamı, ‘’Koltuk sevdalısı değilim’’ diye söze başlar. Ancak kendi koltuğunu tehlikeye atacak kim varsa parti binasından içeri bile girmesine izin vermez. Çoğunlukla bizim siyasilerde görülen, makamı terkedememe durumu adeta hastalık halidir. Koltuğun imkanlarından istifade edenler her nedense bunlardan vazgeçemeyerek o koltuğa yapışmakta ve onun getirdiği hırsla koltuğu devretmez. Geçmişte savundukları fikrin bugün tam tersi kulvarda at oynatan, “Bizde koltuk sevdası değil, millet sevdası var. Partide her kademede görev yaparız’’ diyenlere bir bakın bugün kimlerle kolkola giriyorlar. Peki kabahat kimde? Tabii ki bizde. Onların yaptıklarını, verdikleri sözleri tutmadıklarını bile bile takım tutar gibi parti tutarsak, üstelik tutmuş olduğumuz siyasi partinin artık amaçlarına hizmet etmediğini, düşünceleri ile uyuşmadığını, var olan ideolojisinin başka yerlere saptığını bilsek bile, tuttuğumuz partiden vazgeçip başka bir partiye geçmeyiz asla, geçemeyiz. Bu devam ettiği müddetçe onlar da koltuklarına japon yapıştırıcıyla yapıştırılmış gibi ‘’Halkım beni tercih ediyor’’ deyip koltuğu devretmezler.

Aydın suskunluğu...

‘’GÜZEL ülkemdeki tüm insanların hepsi siyaset ile iç içe olsunlar ve siyaseti sadece bir hobi veya bir tartışma konusu olarak görmesinler. Tam zıttı olarak siyaseti aslen kendi ülkeleri için bir gelecek, bir zenginlik olarak görebilsinler’’ derken hemen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği bir cümle geldi aklıma:’’Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır. Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur.’’ Tarih sürecinde, politika için çok farklı tanımlamalar yapılsa da, ‘Poli’ kelimesinin, Yunanca çoğul anlama gelmesi, ona farklı anlamlar yükler. Yunan siyasal yaşamında politika, ‘polis’e (devlete, şehre) ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır. Politika bilimi (politoloji) politik hareketler ve güç edinilmesi ve kullanımı konusunu inceler. Eski Yunanca bir kelime olan ‘politika’nın bir diğer manası da, ‘çok yüz’ ya da ‘çok söz’ demekmiş. Çok seslilik ne kadar iyi olsa da çok yüzlülük bir o kadar rezilce bir şeydir.

Günümüz Bihruz Beyleri

RECAİZADE Mahmut Ekrem’in en büyük eseri, ‘Araba Sevdası’ edebiyatımızda ilk gerçekçi roman diye kabul edilir.Avrupa görmüş gençlerden; frenkler gibi süslü gezen, gösteriş olsun diye cebinde Fransızca dergi ve gazetelerle dolaşan,’bonjur’,’bonsuar’ diyebilmek için Beyoğlu’nda adam arayan; Türkçe konuşurken araya yalan yanlış Fransızca sözcükler katmadan edemeyen; savurganlığa, borç etmeye özenen; Türkçe’yi edebiyatsız, kaba bir dil sayıp bu dilin cahili olduğu için övünen Bihruz Bey’in trajikomik öyküsüdür. Yaşadığı ülkenin şartlarını ve standartlarını aşma sevdasında olanlar küçük Avrupa yaratmaya çalışan ve ‘Türk’ geleneklerinden uzaklaşmasıyla övünen Bihruz Bey’in maceralarını alaycı parantezlerle anlatan Recaizade Mahmut Ekrem’in ortaya koymuş olduğu eserdeki gibi ‘çakarlı makam arabaları’ ve arkasındaki onlarca polis eskortuyla yolları tıkayanlar... Ben bu yazıyı yazmaya hazırlanırken Meksika’dan bizim siyasilere örnek olacak bir haber geldi. Meksika Çevre ve Tabii Kaynaklar Bakanı Josefa Gonzalez-Blanco, iş seyahatine çıkacağı uçağı yarım saatten fazla bekletmesinin ardından yolculardan gelen tepkiler üzerine istifa etti. İstifa gerekçesini açıklayan Blanco, ‘’Meksika’nın gerçek dönüşümü için eşitlik ve adalet değerleri üzerinde bütünsel mutabakata ihtiyaç var. Hiç kimsenin ayrıcalığı olmamalı. Bir kişinin çıkarı, işlerini yerine getirmek için bile olsa çoğunluğun refahının üzerinde olmamalı” ifadelerini kullandı. Bizdeki siyasilere, koltuğu sevenlere, akışlarla yaşayanlara selam olsun.