Mümin,  nefsiyle olan mücadelesini sadece belli cephelerde değil, bütün cephelerde sürdürürse felaha kavuşabilir. 

Yani  iman, ibadet, ahlak, muamelat, muaşerat gibi  hayatımızın temelini oluşturan her saha da takva ölçüleri içinde yaşamak zaruridir.

Gül, sümbül, karanfil gibi nadide çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden rayihalar götürür.

Bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgar da o çirkin kokuları etrafa yayar, nefesleri tıkayıp ruhları daraltır.

Tıpkı bunun gibi, salih ve sadıklardan gönüllere münavi huzur ve ferahlık; gafil ve fasıklardan ise gaflet ve gasavet akseder.

Bir müminin, evlatları hususunda kendine bilhassa sık sık sormalıdır.

Sana Allah'ın emaneti olan evlatlarının eğitimi hususunda ne yapıyorsun? Onlara ne öğretiyor, hangi kültürü veriyorsun? Çocuklarının ebedi istikballerine, dünyevi istikballerinden daha çok ehemmiyet veriyormusun? Evlatlarının Kur'an eğitimine ihtimam gösteriyormu sun?    

Onları küçük yaştan itibaren namaza, camiye, cemaate, cömertlik ve infaka alıştırıyor musun?

Tarih şahittir ki, kendi akıllarının dar hudutlarına mahkum olmuş bulunan mağrur Firavun, Atilla, İskender, Hülagu ve emsalleri, yaptıkları zulümlerle bütün insanlığın düşmanı oldular.

Vaktiyle onların muhteşem sarayları üzerine doğan güneş bugün harabeleri üzerine doğuyor.

Buna mukabil, dostluk ve muhabbetin ilahi menbaına erişerek gönüllerini bir rahmet dergahı haline getiren Mevlana, Şahı Nakşibend, Abdulkadir Geylani, Hüdayi ve emsali Hak dostları ise insanlığa huzur ve rahmet vesilesi oldular. Kıyamete kadar da bütün insanlığın dostu olarak kalacaklardır. 

Hayat nedir? sualinin en derin cevabı, kabristanların rutubetli taşlarında gizlidir. Ölüm sessizliğine bürünmüş her mezar taşı, hal lisanı ile konuşan ateşli bir nasihatçidir. Mezar taşlarının sessiz mesajlarından bugün hisse alabilmek, ebedi yarınlar için büyük bir bahtiyarlık vesilesidir.

Hayat çarşısının en asil giysisi olan kefen; bütün fani alışverişlerin gel-geç zevklerin, tükenmek bilmeyen heva ve heveslerin iptal noktası değil midir?

Mümin daima Rabbine karşı vazifeleri karşısında kendi halini gözden geçirmelidir. Bazı cahillerin dediği gibi, Ben falan zata bağlıyım, o beni kurtarır kolaycılığıyla rehavet içinde yaşamaktan mutlaka sakınmalıdır. Zira bu, ekseriyetle insanı gayretten alıkoyan, nefsani bir düşünceden ibarettir. Hiçbir  meşru gayeye gayri meşru yoldan gidilemez. Bu yüzden, ulvi bir gayeye hizmet etme iddiasıyla Allah'ın yasaklarını mübah sayanlara asla itaat ve teslimiyet gösterilemez. Zira bu bir isyandır.