Nesîm-i Hz.'ni, Haleb'e götürdüler. Halep'te; Şeyh Ül-İslâm, mahkeme yaptı. Nesîm-i Hz.'ni dinledi. Sonunda: Bu öyle bir adam ki, bunun kanı bir adamın üzerine sıçrarsa, orayı kesip atmak lâzım, dedi. Ve derisinin yüzülmesine karar verdi. Nesîm-i Hz., itiraz etmedi.

Derimi yüzün, dedi. Nesîm-i Hz.'ni ayağından astılar. Derisini ayağından yüzmeye başladılar. Yüzerlerken, kanı, Şeyh Ül-İslâm'ın parmağına sıçradı. Oradakiler:

İşte senin fetvân. "Bunun kanı, kimin üzerine sıçrarsa orayı kesin, atın." demiştin. Bu fetvân üzerine parmağını kesip, atacağız. Bu adam (Nesîm-i Hz.) fetvâ verdi, fetvâsından kaçmadı, kabul etti. Derisini yüzdürüyor. Sende kaçma, parmağını keseceğiz, dediler. Şeyhülislam:

O, bana göre değil, dedi ve kaçtı. Nesîm-i Hz.'nin derisini yüzerlerken, kendisi devamlı kasîde söylüyordu. Acı duysa söylemezdi. Görünüşte derisi yüzülüyor, acı duyması gerek, ama kendisi devamlı kasîde söylüyor. Kasîdesinde:

"Gör aşığı, derisini yüzsen seslenmez, hakkına razı olur.

Gör âbid'i parmağını keseyim desen, haktan döner, kaçar." dedi.

Şeyh Ül-İslâm'ı kovalaya, kovalaya tuttular. Parmağını kestiler. Allahu Teâlâ, Nesîm-i Hz.'nin derisinin yüzülmesindeki acının hepsini Şeyh Ül-İslâm'ın parmağına verdi. Şeyh'ül İslâm, gece ve gündüz bağıra, bağıra herkese ibretle, o şekilde can verdi. Nesîm-i Hz. derisi yüzülürken, o sırada bir müridi gelmiş, kendisine:

Bunlar, senin kıymetini bilmiyorlar. Senin âlimliğini, her sözünün çıktığını, bunu yapmayacağını bilmiyorlar mı? Niçin sana bunu yapıyorlar? Bunlar, senden hiç istifâde edemeyecekler mi? deyince, orda da şu kasîdeyi söyledi:

Eşeğe bir ahır gerek.

Hem yiyen, hem zırlaya,

Eşeğin boynuna cevahir,

Takmanın faydası ne?

Yani bunlar merkep gibidir, demeye getiriyor.

Çobana bir yazı gerek,

Hem göze, hem otlata.

Çobanı Mısır'a Sultan,

Yapmanın faydası ne?

Senin dediğin Mısır'a, Sultan olmak. Bunlarsa çobandır. Çoban daima önündeki bir kaç koyunun otlatılmasını, yayılmasını düşünür. Bunlar zâhirde onun gibidir. Milleti yönetmeyi, namaz kılmayı, abdesti, orucu, haccı, zekâtı düşünürler. Esas sultanlık olan, dediğin maneviyât ilminden ne anlarlar? Bunlardan o soruyu sormak, çobanı Mısır'a; sultan, padişah yapmak gibidir, dedi.

Beline kadar yüzünce, onlara, "durun!" dedi. Sırtındaki deriyi, kendi elleriyle çekti. Geri kalan yerini, davar yüzerde deriyi etten çeker ayırtırlar. Aynı onun gibi deriyi sırtından soydu, başının derisiyle birlikte başından çıkardı. Kendi derisini (postunu) omuzuna atıp, tekrar memleketi olan Antep'e doğru gelmeye başladı.

Aşk ehli ölmez, yerde çürümez.

Yanmayan bilmez, ateşi aşka.

Evvel aldandım, pek kolay sandım,

Kat be kat yandım, ateşi aşka.

Ey padişahım, affet günâhım,

Yanmaktır kârım, ateşi aşka.

Ateşi aşka, ateşi aşka,

Ateşi aşkın hâlleri başka.

Seyret Nesîm-i,terk eyle resmi,

Yandır bu cismi, ateşi aşka.

Ordan Kilis'e geldi. Kilisliler:

İşte sihirbaz geldi, dediler. Adına sihirbaz diyorlardı. Nesîm-i Hz.'ni herkes "sihirbaz" olarak biliyordu. Derisi yüzülmüş, omuzunda Kilis'e gelince; herkes birbirlerine, yanındakilere göz kırparak, "seninki geldi, sihirbaz geldi, derisiz adam olur mu? Şuna bak. Bize de sihir yapmasın." gibi sözlerle alay ediyorlardı. Hem alay edip hem de göz kırpıyorlardı. Nesîm-i Hz., alay edenlere bakıp gözünün birini kırpıp da göz ettiği için:

– Öyle kalsın, diye beddua etti. Onun için Kilis'te tek gözlü adam çoktur. Ordan Antep'e geldi. Anteplilerin, daha ileri gidip, alay tarzında konuşup, ıslıklayıp kendîne hakâret yaptıklarını görünce: Gazianteplilere de tükürdü. Meşhur "Antep çıbanı" ondan kaldı. Şimdiki fen çıkıp, sivrisinekler yok oluncaya kadar, Antep çıbanı her insanda vardı. Hâlen bazısının yüzünde, bazısının boynunda, alnında vardır.

[Bir Evliyânın bedduasıyla, hastalık gelir. Aynı onun gibi, bir Evliyânın duasıyla Allahu Teâlâ o hastalığı kaldırır. Bir kardeşimiz de diyor ki:

– Nesîm-i Hz.'nin bedduasıyla o hastalık geldi. Bilâl Babam' ında, Anteplilere duasıyla "şark çıbanı, Antep çıbanı" denilen hastalık ortadan kalktı. Bu da tıpkı Peygamberimiz (sav), Medîne' ye gelince; oranın 'havasının güzel olması için" dua etti. Medîne' nin eski sıcak, yağışsız havası gidip, yerine serin, yağışlı hava geldi. Ondan evvel Mekke, Medîne'den serin idi. Peygamberimiz(sav)'in o duasından sonra Medîne, Mekke'den serin oldu. Bilâl Babamın, Antep'e ettiği dua ile "Antep çıbanı" kalktı. (Halen Urfa, Diyarbakır gibi vilâyetlerimizde "şark çıbanı" namıyla mevcuttur. Antep'imizden bu hastalık Bilâl Babamın duasıyla kalkmıştır.)

Nesîm-i Hz. Antep'in, Nafak köyüne geldi. O köyü gece horoz ötüşünde terk edecekti. Oradaki köylüye sordu:

Horoz öttü mü? Onlarda:

Öttüğü hâlde) ötmedi, diyorlar. Bunu da kendisi anlayınca, ellerini havaya kaldırıyor:

Horozunuz ötmesin, diye beddua ediyor. (Şimdi hâlen Nafak köyünde horoz ötmez.)

Nesîm-i Hz., oradan Mazmahor köyüne geliyor. Aynı şekilde kendisini kızdırıyorlar:

Dumanın tütmesin, diyor. (Mazmahor köyünde de ateş yakarlar, dumanı tütmez.) Daha sonra bir köye gidiyor. O köyde de kendîni çok fazla kızdırıp hakâret ediyorlar. Onlara da: Yiğidîniz (yetmesin) yetişmesin, diyor. (Şimdi o köyde gençler yetişeceği zaman ya sakat, ya felç, ya da aklı noksan olur.) Kendîni, zaptiyeler takip ediyor. Zaptiyelerin önlerinden kaçarak bir köye geliyor. O köyde kendîne yemek veriyorlar, raptiyelerden saklıyorlar. O köylüler, öküzleri koşmuşlar tarla çekiyorlardı. Onlara da:

Az ekin, çok kazanın diye dua ediyor. O köyde, buğdayı çok ekersen kazancın olmaz. Ne kadar az ekersen, o kadar çok verimli olur. Nesîm-i Hz. oradan Güce'ye geliyor. Bazı kimseler orada öldüğünü, bazıları da oradan geçtiğini Gücelilere dua ettiğini söylerler.

Bilâl Babam Güce'ye gittiğinde, Nesîm-i Hz.'nin kabri diye bilinen yeri gösterip soruyorlar. Bilâl Babam:

Burası mezarı değil, makamıdır. Burada biraz eğleşmiş (duraklamış). Daha ileri gitmiştir, buyurdu.

Nesimi Hz. Türbesi :

Nesimi Hazretlerinin türbesi Gaziantep'in merkez Şehitkamil ilçesi Aktoprak beldesindedir.