İbadetler, Allah nasıl emretti ve elçisi nasıl gösterdi ise öyle yapılır. Çünkü ibadeti yapacak olan Mümindir. inanan ve Allah'a bağlanan bir Müslüman için ibadet bir yük değil, zevkle yerine getirmek istediği bir ihtiyaçtır. Mü'min bu ihtiyacını Allah ve Rasulü’nün sunduğu program dahilinde yerine getirir. Dolayısıyla ibadetlerin şekli ve yapılışı konusunda aklen yapılacak açıklamalar, nihayet bir yorumdan öteye geçmez. Bu alanda akla gelebilecek pek çok sorunun cevabı şudur: “Hz. Peygamber ‘Ben nasıl namaz kılıyorsam, sizde öyle kılın!’(Buhari). ‘Haccın yapılışına ilişkin uygulama, fiil ve davranışlarını benden alın!’ (Nesâi) buyurmuştur ve onun için bu ibadetler böyle yapılmaktadır.” şu kadar var ki, ibadetlerin görünen yönlerinin yanı sıra, çeşitli hikmetlerinin de varlığı inkar edilemez. Onların şekillerinin ve yerine getiriliş biçimlerinin öğrenilmesi kadar, hikmetlerinin de anlaşılmaya çalışılması bir ihtiyaçtır. Özellikle de hac gibi bünyesinde pek çok sembolik anlamlı fiili bulunan ibadetlerin özünün ve ruhunun yakalanabilmesi açısından bu ayrı bir önem taşımaktadır.Zira hac, baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Bir semboller haritasıdır. Tavaf, sa’y, şeytan taşlama, Arafat’ta vakfe vb. hac ile ilgili fiil ve davranışların hepsi de sembolik anlamlar taşımaktadır.

Hac, ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kabe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevî atmosfere geçişin başlangıcıdır. Dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken hacdaki her fiil ve davranışın bir anlamı ve mü’mini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Aşağıdaki satırlarda, Hacca ilişkin fiil ve davranışlardan her birinin, bizim zihinlerimizde çağrıştırdığı sembolik anlamlar üzerinde durulmaya ve bu manalardan belli hikmetler, belli sırlar dile getirilmeye çalışılmıştır.

Hz. ibrahim Kâbe’yi inşa ettirip namaz kılacaklar için her türlü şirk unsurundan temizlettikten sonra Allah Teala ona, insanları hacca davet etmesini emretmiştir. Son Peygamber Hz. Muhammed ise bu ibrahimî çağrıyı yenilemiş ve ebedîleştirmiştir. ilgili ayetlere bakıldığında, insanlar, birtakım faydalara tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine verdiği hayvanları Allah'ın adıyla kurban etmeleri, etlerinden muhtaçlara yedirmeleri, günah kirlerinden arınmaları, adaklarını yerine getirmeleri, Beyt-i Atik'i ''Kâbe’yi'' tavaf etmeleri vb. bazı hikmetler için çağırmaktadır. (Hac, 27-37) Kısaca bu çağrı, Allah’ı mübarek yer ve zamanlarda anmaya, tevhide ve takvaya bir çağrıdır. Halkımız arasında çok yaygın olan“Hacca çağrılma” deyimi, buradan gelmektedir. Çağrı, Allah’ın emriyle ta Hz. ibrahim tarafından yapılmış, Veda Haccı’nda ise bizzat Hz. Peygamber tarafından yinelenmiştir. fiayet bir Müslüman hacca gidebilecek güç ve imkanı bulabiliyorsa, o bu çağrının doğrudan muhatabıdır ve fazla gecikmeden bu daveti kabul etmelidir. Nitekim Yüce Allah, “Yoluna gücü yetenlerin Beyt’i haccetmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır” (Al-i imran, 97) buyurmuştur.Bu ibrahimî çağrıyı duymak istemeyenler, davetin kimden geldiğini,davetçinin kim olduğunu ve davette neler kazanacağını dikkate almalıdır. Aksi takdirde bu çağrıya icabet etmeyip, son çağrıya ''ölüm'' katılmak durumunda kalmaları halinde, neler kaybedeceklerini de düşünmeleri gerekmektedir.

 Her yıl tekrarlanan bu çağrıyı ''lebbeyk!” diyerek kabul etme bahtiyarlığına eren Müslüman da, bunun herhangi bir ülkeye sıradan yapılmış bir seyahat davetiyesi olmadığını bilmelidir. Bunun çok çok özel bir çağrı olduğunu,kendisinin de Allah'ın seçkin davetlileri arasına girdiğini ve O’nun huzuruna hangi ruh hali ile gideceğini idrak etmelidir. Kısaca, bu çağrıyı, niçin ve nereye çağrıldığını anlamalıdır.

 Yolculuk:

 “''Yol için'' kendinize azık alın. Gerçekten en hayırlı azık takvadır.” (Bakara,197) Mekke dışından gelenler için hac, -yakın olsun, uzak olsun- neticede bir yolculuktur. Hangi vasıtayla yapılırsa yapılsın, her yolculuğun belli bir heyecanı, stresi ve çilesi vardır. Belki de hac esnasında gerekli olan sabrın ilk tüketileceği, ilk sınavın verileceği kısımdır yolculuk. Daha yakın zamanlara kadar kızgın çöllerde günlerce, haftalarca süren, bin bir türlü güçlüklerle aşılan, veba, soygun, açlık ve susuzluğun yaşandığı hac yolculuklarının yanında,bugün yapılan birkaç saatlik yolculuk için Yüce Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

Her yolculuk için belli bir hazırlık yapıldığı gibi, bu kutsal yol için de çok yönlü hazırlıklar yapılmalıdır. Bu çerçevede hacca gidenler, kul haklarını öder, çevresindeki kardeşleriyle helalleşir,bütün günahlarına samimi bir şekilde tövbe eder, gözü arkada kalmayacak şekilde dua ve niyazlarla Allah’a tevekkül ederek evinden ayrılır. Yol arkadaşlarının, kendisini oraya ulaştıracak vasıtanın, kendisine rehberlik edecek kimseler ile organizasyonun seçiminde dikkat ve hassasiyet gösterir. Yolculuğun huzurlu, verimli ve bereketli geçmesi için elinden gelen gayreti gösterir, herkese iyi davranır, himmet ve hizmet eder. Allah'a yapılan bir yolculuk olduğunun bilinciyle, sanki bunun, Ahirete giden son yolculuğu olduğunu düşünür. Aslında ölümün nerede ve ne zaman geleceği bilinmediğinden bu ihtimal her yolculuk için söz konusudur. Zira hacca varabileceği ihtimal dahilinde iken,hayat yolculuğunu hiç bilmediği bir anda tamamlayacağı muhakkaktır. Dolayısıyla çok kısa bir süre için çıkılan hac yolculuğuna yapılan hazırlıkların, daha fazlasıyla hayat yolculuğu için yapılması gerekir. Örneğin, yetmiş yıl süren bir ömür yolculuğunda hac, sadece 3-4 haftalık kısmı oluşturur. Bu yolun 3-4 haftalık kısmında sembolik olarak Kâbe’ye gidilirken,onun öncesinde ve sonrasında kulun Allah'a olan yolculuğu devam etmektedir. Bu nedenledir ki, inançlı ve bilinçli bir yolcu, asıl hazırlılığını bu ebedî yolculuğu için yapmalıdır.

Yüce Rabbimizin Kur’an’da islam’ı daima bir yol ''sebîl, sırât'' olarak zikrettiğini, Peygamber Efendimizin de bir hadisinde, “Dünyada gurbetteyim gibi ya da bir yolcuymuş gibi” (Buhâri) olmamızı tavsiye ettiğini bilen gerçek yolcu, gideceği yere hangi azıkla ve hazırlıkla ulaşabileceğini, oraya neler götüreceğini iyi bilmelidir. Yukarıda zikrettiğimiz ayette bu azık şüphesiz “takva” yani, sorumluluk bilincidir. Kısaca hac yolcusu, aynı zamanda Hak yolcusu olduğunu anlamak durumundadır. Hac yolculuğu için bir hazırlanıyorsa, Hak yolculuğu için bin hazırlanmalıdır.

Hac yolculuğunun heyecan veren başka bir tarafı da, onun bir taraftan adeta Hz. ibrahim'in asrına veya Hz. Peygamber ve Sahabe dönemine yani geçmişe; diğer taraftan da hac sonrasında kazandıklarıyla geleceğe yapılan bir yolculuk olmasıdır. Dolayısıyla bu yolcu, adeta bir zaman tüneliyle Hz. ibrahim ve ailesine,Asr-ı Saadet’e gitmektedir. Sanki Hz.ibrahim’in çağrısını bizzat kulaklarıyla duymuş, âdeta orada onlarla görüşecekmiş gibi bir ruh hali ile çıkar yola.Nihayet bu yolculukta, ömür boyu her namazda yöneldiği kıblesi olan

Kabe’yle arasındaki binlerce kilometrelik mesafe kalkacak, yıllarca hasretini çektiği Allah’ın evini birkaç metreden dünya gözüyle doya doya seyrederek namaz kılacaktır. Yüce Allah’ın huzuruna çıkacağı, zaman ve mekanın dürüleceği, tarifi mümkün olmayan, ancak yaşayarak tadacağı bir yolculuk yapacaktır.

 Mikat:

 Arapça “vakit” kelimesinden türeyen “Mikat” kelimesi, Kuran’da yedi sekiz defa geçmektedir. Tayin edilen vakit, buluşma vakti, bugünkü tabirle ''randevu'' anlamına gelmektedir. Bu ayetlerde Allah ile konuşmak üzere Hz. Musa için belirlediği toplam kırk gecelik mîkattan, Hz. Musa’nın Rabbini görme arzusundan söz edilir. (A'raf,142-143, 155)  Haklarında hüküm verilecek olan büyük günde, insanların Allah'a kavuşma vakti (mîkât) olarak anılmaktadır. (Nebe’, 17; Duhân 44)

Her randevunun belli bir zamanı olduğu gibi, belli bir yeri de vardır. İşte mikat, haccın başladığı yer ve zamanı ifade eder. Dolayısıyla mikat mahalline gelindiğinde, büyük randevu,Allah ile buluşma ve kavuşmayı simgeleyen hac başlar. Mîkat mahallinde ve orada niyet edildiğinde artık start verilmiş, milyonlarca hacı arasında yapılacak olan takvâ maratonu başlamış, artık yarış alanına girmiştir.

Hz. Peygamber tarafından belirlenmiş olan mîkat sınırları, artık randevu bölgesine geldiğinin habercisidir. Hacı, yıllarca beklediği zaman ve mekana kavuşmuştur. Mikat'a giren mü’min, kendisini Tur Dağı’na Allah ile konuşmaya giden Hz.Musa gibi hissetmelidir. Acaba Allah ile nasıl buluşacaktır? O’nu,rahmetini, azametini nerede, nasıl ve ne kadar görebilecektir? Acaba Allah kendisini kabul edecek midir? Hac, onun için gerçekten ilahî bir randevuya dönüşecek midir?

Peki ya bu mîkat, geri dönüşü olmayan, iyi ile kötünün, hak ile batılın birbirinden ayırt edileceği '' yevmu'l-fasl'' denilen hüküm günü olarak düşünülürse,acaba o gün durumu nice olacaktır? iyilerden yana mı, kötülerden yana mı düşecektir? Asıl o mikat gelip çatmadan önce, bu geçici mîkat provası ile gerekli dersleri çıkarmalı, mîkata bu düşüncelerle başlamalıdır.

İNSANIN HALİFE OLMASI:

Allah'a karşı sorumlu olmasıdır, yüklendiği emanete sahip çıkmasıdır. Kokladığım çiçekte, seyrettiğim yıldızlarda,aldığı ve verdiği her nefeste

bütün bunları yoktan var eden ve kendi hizmetine veren Yüce Allah (cc) görülmesidir.