Hicretin 7. senesi Muharrem ayı sonları. Milâdî 628.

Hayber, volkanik bir arazi üzerine kurulmuş, kuvvetli ve sağlam yedi kaleye sahip bir şehirdi. Şam yolu üzerinde bulunan bu şehir, Medine'nin kuzey batısına düşüyor ve ona uzaklığı ise yüz mili buluyordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz ile olan anlaşmalarını bozmaları sebebiyle Medine'den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş ve âdeta burayı Yahudiliğin bir nevi merkezi hâline getirmişlerdi.

Daha evvel bahsettiğimiz gibi, Mekke müşriklerini ayaklandırıp, bütün Arap kabilelerini toplayarak Medine üzerine yürütüp Hendek Harbinin patlak vermesine sebep olmuşlardı. Hendek Savaşından sonra da rahat durmazlar, Peygamberimiz (s.a.v.) ve İslâmiyet aleyhinde çeşidi iftira ve propagandalarına devam etmişlerdi.

Bunun yanında Mekkeli müşriklerle yeni bir anlaşma da yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre; Peygamberimiz (s.a.v.) şayet Mekke üzerine yürürse Hayberliler de Medine'ye baskın yapacaklar, eğer Hayber üzerine yürürse, Kureyş müşrikleri Medine'ye baskında bulunacaklardır. Ne var ki, bu planlan Hudeybiye Anlaşmasıyla neticesiz kalmıştı.

Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mekkeli müşriklerle Hudeybiye sulh anlaşmasını imzalamak suretiyle, Medine'yi onlardan gelebilecek tehlikelere karşı emniyet altına almıştı. Ancak, Kuzey tarafı -ki Hayber Yahudilerinin bulunduğu taraf  henüz emniyetten mahrumdu. Halbuki, bu emniyetin temini İslami gelişmenin sürat kazanması bakımından gerekli görünüyordu.

Aynı şekilde, Arabın en büyük ticareti Şam'la idi. Yahudiler ise, bu yol üzerinde bulunuyorlar ve burada bir güç, bir kuvvet olma istidadını gösteriyorlardı. Bu ise, İslâmî gelişme için bir tehlikeden başka bir şey değildi.

İşte bütün bu sebepler Hayber meselesinin bir an evvel hallini gerektiriyordu.

Medine'den hareket:

Hayber Gazâsına çıkmaya karar veren Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashabına hazırlanmalarını emretti.

Bu arada korkularından Hudeybiye seferine katılmaktan çekilmiş bulunan birçok kimsenin, Hicaz'ın bu en bereketli ve verimli şehri olan Hayber'de elde edilecek ganimeti düşünerek ve ona tamah ederek orduya iştirak etmek istedikleri görülüyordu. "Hayber'e biz de sizinle gidelim." diyorlardı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şu tâlimatı verdi:"Allah yolunda, İ'la-yı Kelimetullah uğrunda bihakkın cihad edecek olanlar hazırlansın! Bunların dışında hiç kimse bizimle birlikte giremeyecektir. Onlara ganimetten de bir şey verilmeyecektir." 

Bunu, Medine'nin içinde bütün halka da ilân etti.

Hz. Resûlullahın bu emri bize, Allah yolunda cihadın sırf Hakkın rızası gözetilerek, maddî hiçbir karşılık beklemeksizin, hattâ böyle bir şeye niyet dahi edilmeksizin yapılması gerektiğini gayet açık bir şekilde ders vermektedir. Zaten, İslâm'da harbin ulvî ve nuranî gayesi de: İ'la-yı kelimetullahtır.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (a.s.m.) emri üzerine Müslümanlar derhal toplandılar. Sayıları 200'ü atlı olmak üzere 1.600 kişiyi buldu. Bunlar sadece o anda Peygamber Efendimiz ile  birlikte Medine'den hareket edecek olanlardı. Daha sonra, Peygamber Efendimiz Hayber'de bulunduğu sırada içlerinde meşhur Ebû Hureyre'nin de bulunduğu Devs Kabilesinden 400 Müslümanlar Habeşistan'dan gelen Muhacir Müslümanlar da orada İslâm ordusuna katılacaklardır.

Ayrıca Medine'den hareket eden İslâm ordusunda Resûl-i Ekrem'in zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile birlikte yirmi kadar Müslüman kadın da vardı. Harp esnasında yaralanan mücahitleri tedavi etmek, onlara yemek pişirmek ve ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olacaklardı.

Peygamber Efendimiz, Medine'de yerine Gıfarlı Siba' bin Urfutat'ı vekil bırakarak, ordusuyla Muharrem ayı sonlarına doğru Hayber yönüne hareket etti.

Nübüvvetin mânevî boyasıyla boyanmış mücahitler pür şevk ve coşkunluk içinde yollarına devam ediyorlardı. Şair Âmir bin Ekva' o andaki heyecan ve sadakatını şu şiiriyle dile getiriyordu:"Allah'ım! Sen hidâyet etmeseydin, biz doğru yolu bulamazdık."Zekât veremezdik. "Namaz kalmazdık."Üzerimize yürüyen bir kavim olunca, bizi dinimizden döndürmek için fitne çıkarmaya çalışınca. "Sen, kalplerimize sekînet indir! "Çarptığımızda da ayaklarımıza sebât ver!"

Peygamber Efendimiz, şiiri okuya ın kim olduğunu sordu. Âmir bin Ekva' olduğunu öğrenince de, "Allah ona rahmet etsin." buyurdu.

Mücahidler bir an durakladılar. Zira, bu duâ Amir'in şehâdet mertebesine erişeceğinin işaretini taşıyordu.

"O, Ne Sağırdır Ne Gâib"

Mücahitler tekbirlerle yol alıyorlardı. Yer gök sanki tekbir nidalarıyla titriyordu. Bir ara hep bir ağızdan çok yüksek bir sesle, "Allahu Ekber! Allahu Ekber! Lâ ilâhe İllallahu Vallahu Ekber!" diyerek tekbir getirdiler.

Sahabîlerin bu hareketi üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu: "Canınıza acıyınız, sesinizi yükseltmeyiniz! Zira siz ne sağır çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz. Her şeyi bilen ve işiten ve her şeye her şeyden daha yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz." 

Evet, duâ ettiğimiz Allah ne sağırdır ne de gâib. Bize ilmiyle, iradesiyle, kudretiyle şah damarımızdan daha yakındır: "And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin ona vesvese verdiğini de biliriz. Çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız."