Hz. Rabia bir gece, evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuyakalır. Bu arada evine hırsız girer. Hırsız her tarafı arar ama çalacak birşey bulamaz. Giderken Hz. Rabia’nın dışarıda giydiği örtüsünü alır. Evden çıkarken yolunu şaşırır ve kapıyı bulamaz. Geri dönüp örtüyü aldığı yere bırakınca bu sefer rahatlıkla kapıyı bulur. Bu hal yedi defa tekrarlanır. Yedinci defa tekrar örtüyü eline alınca, “Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yokken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır” diye bir ses duyar. Rabia, namazını bitirinceye kadar hırsızın bir şey bulamayıp Bu hadiseden korkarak dışarı fırlayan hırsızın, eli boş döndüğünü anlayınca seslendi: “Ey muhtaç adam, bari ibrikteki sudan abdest alıp iki rekat namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin...”

Hırsız şaşırmış, korkuyla karışık bir ruh hâline kapılmıştı. Hemen abdest alıp orada namaza durdu. Rabia bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti: “Yâ Rab, bu muhtaç, benim evimde alacak bir şey bulamadı, onu Senin kapına gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boş çevirmezsin.”

Namazı bitiren hırsızın, tövbe, istiğfar etmeye başladığını duyunca, bu defa da şöyle yalvardı: “Yâ Rab, bu adam kapında birkaç dakika bekledi, hemen kabul ettin; ama bu âciz, bütün ömür boyu kapındayım, hâlâ böyle kabul edilmedim!” Kalbine doğan ses şöyleydi: “Üzülme, onu senin hürmetine kabul ettik!” (Cahız, el-Beyan)

Bir örnektir Hz. Rabia…Yaşantısı, Rabbine kulluğu, kanaati, ihlâsı ve takvasıyla bir numunedir Hz. Rabia…

Bir zaman gelir ve hasta olur Allah dostu. Ziyaretine gelenler:  “Ey Rabia! Bu hastalık sana çok ızdırap vermektedir. Allah'a dua et de çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin” dediler. 

O da: “Siz bilmiyor musunuz, bu ızdırabı çekmemi Allah-u Teâlâ irade etti” diye cevap verdiğinde;  “evet biliyoruz” dediler. Bunun üzerine: “Bu hakikâti bildiğiniz halde, benden O’nun iradesine muhalefet etmemi, O’ndan tersini dilememi nasıl isteyebiliyorsun?” dediği zaman, onlar: “Ey Rabia, peki senin arzun nasıldır?” diye sordular. O da: “Allah-u Teâlâ benim hakkımda ne irade ve ne takdir etmişse ona razı olmak” buyurdu.

Bir gün kendisine sordular:  “Ölümü arzu ediyor musun?” Buyurdu ki: “İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. Hâlbuki Allah-u Teâlâ’ya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki, huzuruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?”

Dünyaya nazar etmemiş olmasına ve Rabbine duyduğu özlemle O’na kavuşmayı çok istemesine rağmen, yine de ‘huzuruna çıkacak yüzüm yok’ der gibi sevdiğinin karşısına çıkmaya utanan Rabia…

Oysa bu sözlerin sahibi hakkındaki bildiklerimiz, onun sürekli itaat halinde, ihlâs ile kulluğunu yapan bir mümine olduğudur. Gece her şey karanlığa büründüğünde ve herkes sevdiğiyle hemhâl olduğunda, sabaha kadar Rabbiyle başbaşa kalarak, namaz kılmayı ömrünün en güzel anları olarak bilen bir kul olduğunu biliyoruz. Buna rağmen Rabbinin rahmetinden gayrı hiçbir şeye güvenmiyor Hz. Rabia.

“Bu yüksek derecelere ne ile kavuştun?” dediklerinde: “Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu istemekle” buyurdu.

Rabbimiz bizlere kendi dostluğunu istemeyi nasip et. Razı olduğuna razı olmayı, razı olmadığına da uzak olmayı nasip et. (Âmin)

Allah’a Yakarışı:

Hz. Rabia çok oruç tutardı. Bir defasında bir hafta hiç yiyecek bulamayınca açlığı iyice şiddetlenir. Birden kapı çalar ve birisi bir tabak yemek getirir. Hz. Rabia mum getirmeye gider. Geldiğinde kedinin yemeğini dökmüş olduğunu görür. Su içmek isterken bardak düşüp kırılınca Hz. Rabia,”Ya Rabbi! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum” diyerek bir ah çeker. Bu ahtan neredeyse ev yanacak hale gelir. Hz. Rabia ardından bir ses duyar, “Ey Rabia, istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım, üzerindeki dert ve belaları kaldırayım. Fakat bu dertler, belalar ile dünya bir arada bulunmaz.” Bu sözler üzerine Hz. Rabia, “Ya Rabbi, beni kendinle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma” diye dua eder. Bundan sonra dünya zevklerinden öyle kesilir ki kıldığı namazı ‘Bu benim son namazımdır’ diye o huşu ile kılar.

RABİA(r.anha) HAKKINDA HAK DOSTLARININ SÖZLERİ:

Bazı insanlar vardır ki doğduğu zamana ait değildir. Çağların ötesinde yaşarlar. Onlar ışık olur çevresini aydınlatırlar.

Hasan Basri(r.a):Bir sohbetlerinde Nasıl ki erkeklerin aslanları varsa, dişi aslanlar da vardır, dedi. Kimdir bu dişi aslan? Diye sorulunca, o da dişi aslanın Rabiatül Adeviyye olduğunu söyledi. 

Rabiatül Adeviyye (r.anha)’ın sözlerinden anladığımız O’nun hem Rasulullah’ta hem de Allah-ü Teâlâ da fani olduğudur.

Malik bin Dinar (r.a.) şöyle anlatıyor. Bir vakit Hazreti Rabia’nın yanına geldim. Abdestini almış, kalan sudan da birkaç yudum içmiş idi. Abdest almış olduğu testi kırıktı ve oturduğu hasır da yıpranmış idi. Yastığına gözüm ilişti eski bir de yastığı vardı.

Bu hali görünce çok üzüldüm ve ona dedim ki “Ey Rabia! varlıklı arkadaşlarım var. Dilersen onlardan bir şeyler isteyim sana” Bana dönerek “Ey Malik! Bana da onlara da rızkı veren Allah'tır. Allah fakir olanları fakir olduğu için unutup, zengin olanları da zengin olduğu için hatırlıyor. Ondan mı yardım ediyor?” dedi. Ben “Hayır, böyle şey mi olur?” dedim.Müthiş  bir cevap, nasıl bir teslimiyet”Benim bu durumumu en iyi bilen Allah'tır, beni gören birine bu halimi benim hatırlatmam olur mu?  Madem o öyle takdir etmiş, biz de O’nun takdir ettiğini istiyoruz” diye cevap vermiş.

Abdullah bin İsa anlatıyor: “Râbia el-Adeviyye’nin yanına geldim. Yüzünde hoş bir aydınlık vardı. O, çok ağlayan bir kadındı. Yanında birisi Kuran okuduğu zaman duygulanır, çığlık atar ve bayılırdı. Kamıştan örülmüş eski bir hasırın üstünde oturuyordu.”

Ebü’l-Kasım el-Kuşeyrî’den naklen İbni Hallikan şu hadiseyi anlatıyor:“Rabia Hatun, Rab Teâla’ya olan münacatında şöyle diyordu: ‘İlâhî! Sen seni seven bir kalbi ateşte yakar mısın?’ Hatıftan şu sesi işitti: “Biz bunu yapmayız. Hakkımızda kötü zanda bulunma.”

Süfyân-ı Sevrî, bir gün Râbia el-Adeviyye’nin yanında ; “Ahh, benim derdim, kederim!” dedi. Râbia el-Adeviyye; “Yalan söyleme. Öyle diyeceğine ‘Ah yazık bana ne az dertliyim’ de. Eğer gerçekten mahzun olsaydın, bu kadar rahat nefes alamazdın.”