Hayatı hakkında bilinenler el-Evâmirü'l-ʿAlâʾiyye'de çeşitli vesilelerle verdiği bilgilere dayanmaktadır. Künyesini Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca'ferî er-Rugadî el-müştehir bi-İbn Bîbî el-Müneccime  şeklinde kaydeden İbn Bîbî'nin Rugadî nisbesinden İran'ın Mâzenderan bölgesindeki Rugad şehrine mensup olduğu söylenebilir. Annesi Bîbî Müneccime, Nîşâbur'daki Şâfiîler'in reisi Kemâleddin Simnânî'nin kızı olup anne tarafından Fakīh Muhammed b. Yahyâ'nın torunudur. İbn Bîbî annesinin ilm-i nücûmu iyi bildiğini, sultan ve emîrlerin nezdinde itibar sahibi olduğunu, çok az sayıda kadının bilimle uğraştığı bu dönemde kendisine takdir ve hayranlık duygularıyla bakıldığını söyler. Babası Mecdüddin Muhammed Tercümân ise Kûr-ı Surh (Kûh-ı Surh ) seyyidlerinden ve Cürcân şehrinin ileri gelenlerindendir. Hârizmşah Alâeddin Muhammed devrinde , ünlü tarihçi ve İlhanlı devlet adamı Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'nin dedesi müstevfî sâhib-dîvân Şemsülhak ve'd-dîn'in Şemseddin Muhammed b. Muhammed b. Ali yanında iyi bir münşî olarak yetiştirilmiştir.

Hârizmşahlar devrinde uzun süre bu görevini sürdürmüş ve sultanın yakınları arasına girmeyi başarmıştır. Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Alâeddin Keykubad'ın, Ahlat'ı kuşatan Celâleddin Hârizmşah'a elçi olarak gönderdiği Kemâleddin Kâmyâr bu sırada İbn Bîbî'nin annesinin babası Bîbî Müneccime ile tanışmış ve dönüşünde sultana ondan övgüyle bahsetmiştir. Celâleddin Hârizmşah ile I. Alâeddin Keykubad arasında cereyan eden ve Celâleddin'in mağlûbiyetiyle sonuçlanan Yassı Çemen Savaşından  sonra veya Celâleddin Hârizmşah'ın 1231'de Diyarbekir önlerinde Moğol kuvvetlerine yenilmesi ve ölümü üzerine Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Eşref Muzafferüddin Mûsâ'nın yanına Dımaşk'a gitmişler, Alâeddin Keykubad daha sonra el-Melikü'l-Eşref'ten onları Anadolu'ya göndermesini istemiş, bunun üzerine Konya'ya gelip I. Alâeddin Keykubad'ın hizmetine girmişlerdir.  Sultan Alâeddin Keykubad devrinde münşî divan kâtibi olarak görev yapan babasına bazı diplomatik görevler de verilmiştir. Annesi Bîbî Müneccime, Selçuklular'ın 1233 yılında Harput önlerinde Eyyûbîler'le savaştığı sırada Sultan I. Alâeddin Keykubad'ın yanında bulunmuş ve Harput Kalesi'nin alınacağını önceden haber vermiş, savaşta ve barışta sultanın yanından ayrılmamıştır.  İbn Bîbî'nin ebeveyninin 1231-1233 yılları arasındaki bir tarihte Anadolu'ya geldiği ve Selçuklular'ın hizmetine girdiği söylenebilir. Annesi sultana müneccim olarak hizmet etmiş, babası Mecdüddin Muhammed Tercümân ise firâşhâne-i hâs müşrifliğine (sultanın yatağının hazırlanmasından sorumlu kişi) getirilmiş, daha sonra Selçuklu emîrleri arasına dahil edilmiş ve münşî olarak görevlendirilmiştir. II. Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında da 1246 tercüman olarak tayin edilmiş ve çeşitli hükümdarlara gönderilen elçilik heyetleri nde yer almıştır. Adı, Anadolu Selçuklu Emîri Celâleddin Karatay'ın 1253 tarihli vakfiyesinde şahitler arasında zikredilmektedir. 

Babasının Şâban 670'te (Mart 1272) ölümünden sonra onun görevleri İbn Bîbî'ye verildi. Muhtemelen III. Gıyâseddin Keyhüsrev devrinde Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ reisliğine getirilen İbn Bîbî, el-Evâmirü'l-ʿAlâʾiyye'nin meçhul bir müellif tarafından yapılan muhtasarında "Emîr Nâsırü'l-mille ve'd-dîn mâlik-i (emîr-i) Dîvân-ı Tuğrâ" olarak (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ) anılmaktadır. II. Gıyâseddin Mesud zamanında 1284-1296, 1302-1310 Moğollar'ın Anadolu'nun idaresine memur ettiği sâhib-dîvân Şemseddin Cüveynî ile tanışmış ve bu sırada İlhanlıların Bağdat valisi olan Alâeddin Atâ Melik Cüveynî ile Bağdat'ta görüşmüştür. 
Anadolu Selçuklu Devleti'nin yaklaşık bir asırlık dönemi için en önemli kaynaklardan biri olan el-Evâmirü'l-ʿAlâʾiyye fi'l-umûri'l-ʿAlâʾiyye'nin isminde yer alan Alâiyye kelimelerinden birincisi İlhanlılar In ünlü devlet adamı ve tarihçisi Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'ye, ikincisi Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad nisbetle kullanılmıştır.  Alâeddin Atâ Melik Cüveynî ile kardeşi Şemseddin Muhammed Cüveynî'nin hizmetine giren ve onların yakın dostu olan İbn Bîbî, Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'nin kendisinden Bilâd-ı Rûm'un (Anadolu) fethinden başlamak üzere bir Anadolu Selçuklu tarihi yazmasını isteğini söylemektedir.  İbn Bîbî eserin mukaddimesinde Cüveynî'nin Irak, Horasan, Fars ve Kirman sahalarındaki hayırlı işlerini zikretmiş, daha sonra onun tarih kitapları yazmaya başladığını ve eserinin sonuna tam bir Anadolu Selçuklu tarihi ilâve etmek istediğini ve bu işi kendisine havale ettiğini, Selcûḳnâme'yi Alâeddin Cüveynî'nin bu isteği üzerine kaleme aldığını ve Sultan Alâeddin Keykubad'ın "makāmât ve azemât"ını tam olarak ihtiva ettiği için eseri el-Evâmirü'l-Alâʾiyye fi'l-umûri'l-ʿAlâʾiyye diye adlandırdığını söylemektedir. 

İbn Bîbî, Anadolu Selçukluları'nın ilk dönemlerine ait olaylar hakkında sağlıklı bilgi edilmediğini ve konuyla ilgili farklı rivayetler bulunduğunu söyledikten sonra esere Sultan II. Kılıçarslan'ın oğlu I. Gıyâseddin Keyhüsrevi veliaht tayin etmesi ve kısa bir süre sonra da ölümüyle başlamış, I. İzzeddin Keykâvus dönemi hakkında kısa bilgiler verdikten sonra I. Alâeddin Keykubad dönemini muhtemelen büyük çapta Melikü'ş-şuarâ Bahâeddin Ahmed b. Mahmûd Kāniî-i Tûsî'ye dayanarak diğerlerine göre daha ayrıntılı biçimde anlatmıştır.

Alâeddin Keykubad'ın ölümünden sonra meydana gelen siyasî ve idarî karışıklıklar hakkında bilgi veren İbn Bîbî Sultan I. Alâeddin'i her bakımdan idealize ederek tasvir etmiştir. Eser, II. İzzeddin Keykâvus'un oğlu II. Gıyâseddin Mesud'un 679'da  Kırım'dan Anadolu'ya gelişi, İlhanlı Hükümdarı Abaka Han tarafından Harput, Malatya ve Sivas'a hâkim olduğunun tasdik edilişine dair bilgiler ve sultana yapılan vaatlerin yerine getirilmesi temennileriyle sona ermektedir. İbn Bîbî, el-Evâmirü'l-Alâʾiyye'yi 679 yılı içerisinde Zilhicce ayından önce tamamlamış  ve kendisinden övgüyle söz ettiği Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'ye takdim etmiştir (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ). 

Herbert Wilhelm Duda ise eserin 680 yılı başında  tamamlandığını söyler.
İbn Bîbî eserini bizzat şahit olduğu olaylara, görüp işittiği haberlere ve belgelere dayanarak kaleme almış  ve herhangi bir yazılı kaynak kullanmamıştır. Bu durum, kendi yaşadığı devrin dışındaki olaylar hakkında verdiği bilgilerin değerini azaltmaktadır. Ancak bazı bölümlerde Kāniî-yi Tûsî'nin manzum Selcûḳnâme'sini kullandığı anlaşılmaktadır. Olaylar anlatılırken kronolojiye dikkat edilmemiş ve birbirleriyle irtibat kaldırılmamıştır. I. Gıyâseddin Keyhusrev'in 605 (1208-1209) yılında Ermeniler'e karşı düzenlediği sefere ise hiç yer verilmemiştir. Halk arasında yaygın şifahî rivayetlerden faydalanan İbn Bîbî zaman zaman inanılması güç hikâyeler de anlatmaktadır. Eserin I. Alâeddin Keykubad devrine ait kısmı, olaylara şahit olan kimselerden aldığı bilgilere dayanması sebebiyle Anadolu Selçuklu tarihinin bu dönemi için en önemli yerli kaynaktır. Bununla beraber bu kısımda da bazı önemli olaylara hiç yer vermemiş veya gerektiği şekilde yansıtmıştır. Selçuklu hânedanına duyduğu minnet ve şükran sebebiyle hânedan aleyhine değerlendirilebilecek olaylara hiç temas etmemiştir. I. Alâeddin Keykubad Dan sonraki dönemde Selçuklu hânedanının içine düştüğü durumu, devrin siyasî ve idarî aksaklıklarını ise gözler önüne sermiştir. İbn Bîbî, tarihî olayları bütün ayrıntılarıyla ortaya koymak yerine edebî ve sanatkârane bir üslûp içinde nakletmeyi tercih ettiği için ediplik yönü tarihçilik yönünden daha ağır basmaktadır. Bu yüzden birçok hadisenin tarihini kaydetmemiş, buna karşılık Şark-İslâm edebiyatında asırlardır bilinen nasihat ve tavsiyelerle yer vermiştir.

İbn Bîbî'nin zaman zaman kronolojik hatalara da düştüğü görülmektedir. Meselâ 675'te meydana gelen Hatîroğlu isyanının tarihi 1267 olarak göstermiştir . Bütün bunlara rağmen siyasî ve içtimaî tarih açısından Anadolu Selçukluları'nın en önemli kaynağı olma özelliğine sahip olan eser çok az sayıda tarihçi tarafından kaynak olarak kullanılmıştır. Bunların başında ünlü Osmanlı tarihçisi Müneccimbaşı gelmektedir.