Mağripli bir dilenci Halep'te kumaş ve elbise satıcısının çarşısında şöyle dileniyordu:

''Ey nimet sahipleri! Sizde insaf bizde de kanaat denilen bir şey bulunsaydı, dünyada dilenme adeti ortadan kalkardı''.

KIT'A: Ey kanaat! Beni zengin et. Çünkü senden daha üstün  bir nimet yoktur. Sabır köşesi, Lokman'ın seçtiği köşedir. Sabrı olmayanın hikmeti yoktur.''

HİKAYE: Mısır'da iki beyzade vardı. Biri ilim öğreniyor, öbürü yüksek fakat dünyevi  makama erişen, kardeş, fıkıh bilgini olan kardeşine hakaret gözüyle bakıp, '' Ben saltanata ulaştım, sen miskinlikte kaldın'' dedi.

Fıkıh bilgini ona şu cevapla mukabelede bulundu: '' Kardeşim! Ben Rabbime şükretmeliyim..Çünkü peygamberlerin marşı'na kondum. Yani, ilme kavuştum. Sen Firavunla Haman In  mirasına, yani Mısır ülkesine nail oldun.''

MESNEVİ: Ben ayakar altında çiğnenen bir karıncayım..İğnemle sokup can yakan arı değilim. Rabbime nasıl şükranlda bulunmayım? Zira bende insanlara eziyet edecek bir kudret ve kuvvet yoktur''.

HİKAYE: İşittiğime göre bir derviş yokluk ve yoksulluk ateşi içinde yanıp kavruluyor, Hırkasına yama üzerine yama vuruyor ve kendini şu beyitle unutuyormuş:

''Kuru ekmek ve fakirhane bir marka ile kanaat edelim. Kendi mihnetinin yükü, halkın minnet yükünden daha iyi ve daha hafiftir.''. 

NESİR: Birisi ona demiş ki: Bu şehirde kerem ve himmet sahibi cömert bir zat vardı. Ne diye oturuyorsun? Ömrünü fakirlere yardıma vakfetmiş; herkesin sevgisini kazanmıştır. Senin bu halini bilse, sana da bakmayı canına minnet bilir''. Derviş ona şu cevabı vermiş: Sus! Yoksullukla ölmek bir başkasına ihtiyacını arz etmekten daha iyidir.''

Nitekim demişlerdir ki: '' Yama yamamak ve sabır sabır köşesinden ayrılmamak, elbise edinmek için zenginlere tezkere yazmaktan daha iyidir. Doğrusuna bakacak olursan komşu şefaati ile cennete gitmek, Cehennem azabıyla müsavidir''.

HİKAYE: İran hükümdarlarından biri, icabında Müslümanlara doktorluk etmek üzere mütehassıs bir doktoru, Peygamber efendimizin sav yanına gönderdi. Doktor bir hayli zaman Arabistan da kaldı. Baktıki gelen giden yok. Kimse bir müracaatta ve tedavi isteğinde bulunmuyor. Bir gün Resulü Ekrem'in sav yüksek huzuruna çıkıp şu maruzatta bulundu:

''Beni, ashabı tedavi için gönderdiler.Bunca zamandır buradayım. Kimse bana müracaata bulunamadı ki bana verilen vazifeyi yapabilirim. Resulü Ekrem efendimiz ona şu cevabı verdi:

''Benim ashabımın tuttuğu bir yol vardır. o da şu:İyice acıkmadıkça bir şey yemezler ve tam manasıyla doymadan sofradan kalkılır.''

Doktor dedi ki: İşte sağlığın temeli ve  esası da budur. O  halde benim için yapılacak bir iş yok.'' Tazminatını arz ederek  kalkıp vatanına döndü.''