İslâmiyet geldiği günden itibaren hurafelerle mücadele etmiştir. Kehanet ve falcılık da, İslâmiyet’in mücadele ettiği hurafelerdendir. Kehanet, gaybden haber verme işidir. Bu işi yapana yani gaybdan haber verene  kâhin denir.

Meşhur bilginlerden İbnü’l-Esîr . "Kâhin, gelecekte kâinatta meydana gelecek olaylardan haber veren ve gizli olan şeyleri bildiğini iddia eden kimsedir."(demiştir. Falcılık da kehânet gibi gelecekten haber verme yöntemlerinden birisidir. Falcı bu yöntemi kullanarak gelecekten bilgi verdiğini iddia eden kimsedir.

İnsan, tarihin her devrinde ve her toplumda geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. Kehânet ve falcılık, insanın bu arzusuna bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Araplarin Ezlâm (fal okları) Fars ve Rum’un tavla ve satranç oyunları, remilleri (nokta ve çizgileri) ve tencimleri (yıldızlardan bilgi alma) gibi şeyler, hep birer kehânet araçlarıdır. Geleceğin karanlıkları içinde saklanan mukadderatı görmeye insan zekâsının yetmediği zamanlarda, kişiler ve toplumlar için takdir edilmiş olan olayları öğrenmek maksadıyla böyle aslı olmayan vasıtalara başvurulmuştur. Bugün bile ilim ve teknolojinin ileri bir seviyede bulunduğu toplumlarda kehânete inananlar ve bunu sanat haline getirenler bulunmaktadır. Nitekim çeşitli toplumlarda her yıl başında yeni yılın neler getireceği konusunda türlü türlü efsanelerin yayınlandığı görülmektedir.

Bu konuda bir başka isim de "Arraf’tır. Arraf, çalınmış olan eşyayı veya yitiğin yerini bildiğini iddia eden kimsedir. Bunlar, bu yolla çıkar sağlamakta, halk da bunlardan yitik ve çalıntı malları hakkında medet ummaktır.

Araplar arasında fal okları (Ezlâm) ile yapılan falcılık çok yaygın idi. Bu oklar üç parçadan ibaretti. Bunlardan birinde "Yap", öbüründe "Yapma" yazılı idi. Üçüncü ok da boştu. Bir iş yapmak isteyen veya yola çıkmayı düşünen kimse, bu işin ve bu yolculuğun kendisine yarar sağlayıp sağlamayacağını bu oklarla anlamak isterdi. "Yap" yazılı ok çıkarsa, yapmak istediği işi yapar veya yola çıkardı. "Yapma" yazılı ok çıktığında, o işi yapmaz veya yola çıkmazdı. Boş olan okun çıkması halinde ise, yazılı ok çıkıncaya kadar fala devam ediliyor.

İşte cehalet devri insanının anlayışı.

Şimdi önce bunlarla ilgili dinimizin görüşünü ortaya koyalım. Sonra da bunları yapmanın, yaptırmanın ve bunlara inanmanın ne olduğunu açıklayalım. Bütün bunlarda, insana gizli olan hususları bilme ve öğrenme çabası yatmaktadır. O halde insan gaybı yani kendisine gizli olan şeyleri bu ve benzeri vasıtalarla bilebilir mi? Önce bunun bilinmesi lâzımdır.

Gaybı yalnız Allah bilir, insanlar gaybı bilemezler. Bu husus hem Kur'an-ı Kerim’de ve hem de Peygamberimizin sünnetinde ifade buyurmuştur. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şunlardır: "Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları, O’ndan başkası bilmez." - "De ki, Göklerde ve yerde Allah'tan başka gaybı kimse bilmez.’"’’ "Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır" demek, gizli olan ve duyu organları ile algılanmayan şeyleri yalnız Allah bilir demektir. Ay ve güneşin doğuş ve batış zamanları ile bunların tutulmalarını on< eden bilip haber vermek cay bı bilmek değil midir? gibi bir soru akla gelebilir.

Evet, ay ve güneşle ilgili bu bilgiler gayb bilgileri değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de: "Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.’" buyurmuştur. İnsanlar güneş ve ayın hareketleri ile ilgili hesabı iyi yaparlarsa, daha doğrusu yapabiliyorlarsa onları izleyebilirler. Bugün ise bu yapılmaktadır. Ancak tarihde bunun yapılamadığı devirler olmuştur. Nitekim Peygamberimizin Ramazan Hilâli ile ilgili şu açıklamaları bunu ifade etmektedir. Şöyle buyuruyor:

"Biz ümmî bir topluluğuz, ne yazı yazmasını bilir ne de (yıldızların seyrini) hesabını anlarız. (Bize lâzım olan ) bir ay, kâh şöyledir, kâh böyledir." Hadisi rivayet eden ibn-i Ömer (r.a.): "Peygamberimiz bu ifade ile bazan ay yirmi dokuz, bazan da otuz gündür demek ister gibi mübarek parmakları ile işaret buyurmuştur:
Peygamberimiz, ayın hesap ile belirlenemeyeceğini söylemiyor. Ancak biz şu anda böyle sağlıklı bir hesap yapamayız buyuruyor.

Hava değişimleri ile ilgili bugün yapılmakta olan tahminlerin de gayb ile bir ilgisi yoktur. İnsan bilgisinin ulaşma imkanı bulunan çeşitli metot ve aletlerle öğrenilebilecek şeyler gayb değildir. Hava tahmin raporları da böyledir. Önceden böyle bir tahmin yapan kimse gaybı biliyor denemez. Ama bunun dışında, kişinin ne zaman öleceği, gelecekte başından neler geçeceği ve ne gibi olaylarla karşılaşacağı hususları gayb ile ilgilidir ve bunları yalnız Allah bilir. Bunu peygamberler de melekler de bilemezler. Ancak peygamberler ve melekler Allah'ın kendilerine bildirdiği kadarını bilir, bildirmediğini bilemezler, çünkü Allah Teâlâ bu bilgiye kimseyi ortak etmemiştir.

Mekke müşrikleri zaman zaman Peygamberimizden gayb ile ilgili hususlarda bilgi istiyorlardı. Allah Teâlâ onları bu konuda uyarmasını peygamberine emretmiştir. "(Ey Muhammed) De ki: Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğimde demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım."

Görülüyor ki, Allah Teâlâ peygamberine üç şeyin kendisinde bulunmadığını söylemesini istiyor. Bunlar da, Allah’ın hazinelerinin yanında olmadığı, gaybı bilmediği ve melek olmadığı hususlar mıdır. Peygamber olması, gaybı bilmesini gerektirmez. Başka bir ifade ile gaybı bilmemesi, peygamber olmasına zarar vermez. Ancak Allah tarafından kendisine bildirilmiş olanları bilebilir. Bir başka âyet-i kerimede şöyle bu-yurulmuştur: "Ey Muhammed De ki: Ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramaz. Ben inanacak bir kavme müjde veren ve onları uyaran bir peygamberden başka biri değilim."

Peygamberimiz, kendisinin gaybı bildiğini söyleyenleri, daha doğrusu bilmesi gerektiğine inananları daima uyarmış ve gaybı bilmediğini söylemiştir. Mu-avviz kızı Rübeyyi’ (r.a.) şöyle diyor: "Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde peygamberimiz düğüne gelmişti. 0 sırada bazı kızlar def çalarak, babalarımızdan Bedir Savaşı’nda şehit olanların hatıralarını anıyorlardı. Kızlardan birisi: "içimizde bir peygamber vardır ki, 0, yarın ne olacağını bilir" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Kızım öyle söyleme. Bundan önce söylediğin gibi söyle buyurdu ve bunun yanlış olduğunu bildirdi."

Kıyametin ne zaman kopacağı gayb ile ilgili bilgilerdendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: "Sana, ne zaman kopacak diye kıyamet vaktini soruyorlar. De ki: Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır." Zaman zaman bazı kimseler insanların bilgisizliğinden yararlanarak çıkar sağlamak için kıyametin kopacağı zamanı bildiklerini iddia ederler. Halbuki Peygamberimiz bu konu ile ilgili kendisine sorulan soruları, ya cevapsız bırakmış, ya da soruyu sorana daha çok ilgilenmesi gereken noktaya dikkatini çekmiştir. Bu konuda hadis kitaplarında mevcut hadis-i şeriflerden üç tanesini nakletmek yararlı olacaktır.

Birinci hadis-i şerif: Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor. "Peygamberimize bir adam gelerek:

Ey Allah’ın Resulü, kıyamat ne zaman kopacak?" diye sordu.

Peygamberimiz: ’Emanet zayi olduğu zaman kıyameti bekle’ buyurdu.

Adam tekrar sordu: Emanetin zayi olması nasıl olur?’ dedi.

Peygamberimiz: İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman, kıyameti bekle’ buyurdu."

İkinci hadis-i şerif: Enes ibn-i Mâlik (r.a.) anlatıyor: Bir adam peygamberimize gelerek:

Ey Allah’ın peygamberi, kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu.

Peygamberimizden kıyamet için ne hazırladın?" buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Resulü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Ancak ben, Allah’ı ve Peygamberini severim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "O halde sen, sevdiklerinle beraber olacaksın" buyurdu.

Üçüncü hadis-i şerif: Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Bir gün Peygamberimiz açıkta oturuyordu. Yanına birisi gelerek:

İman nedir? diye sordu. Peygamberimiz:

"İman, Allah'a, meleklerine, Allah'a kavuşmaya, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye inan-mandır" buyurdu. 

Adam:

İslâm nedir? dedi. Peygamberimiz: Allah'ı görüyormuş gibi ona ona iman etmendir buyurdu.