İslâm bilgini .. Aslen Konyalı bir aileye mensuptur. Dedesi Abdulvehhab Zaimî, Vaka-i Hayriye ''II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla sonuçlanan olaylar'' sırasında kaçarak Manastır’a yerleşmişti. Babası Sancaktar Yüzbaşı İbrahim Efendi olup ailesi Sancakdar Zade diye tanınırdı. İsmail Hakkı, ilköğrenimini Manastır’da gördükten sonra öğrenimini İstanbul’da sürdürdü. Mustafa Şevket Efendi’den Arapça, huzur dersleri hocalarından Tikveşli Yusuf  Ziyaeddin Efendi’den İslâmî bilimler okuyarak icazet (yeterlilik, diploma) aldı.

Ardından Ayasofya Camisi kürsü şeyhliği dahil, çeşitli pâyeler aldı; Fatih Camisi kürsü müderrisliği yaptı. Dolmabahçe Valide Sultan, Süleymaniye, Sultanahmet ve Ayasofya camilerinde vaaz verdi. Ayasofya Camisi’ndeki vaazlarında büyük bir dinleyici kitlesi topladı. Öte yandan Eyüp Askerî Rüştiyesi ''Ortaokul''’nde Arapça, Hukuk Mektebi’nde fıkıh (İslâm hukuku), Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun ''İstanbul Teknik Üniversitesi'' ile Askerî Tıbbiye’de akaid (inanılması zorunlu olan ilke) öğretmenliği,  Mekteb-i Mülkiye ''Siyasal Bilgiler Okulu''’de tefsir  Kur'an yorumu, hadis (Hz. Peygamberin sözleri) ve kelâm İmanî esasların aklî deliller kullanılarak izahı) hocalığı görevlerinde bulundu.

İsmail Hakkı Bey ayrıca, 1899’da Profesör unvanıyla İstanbul Darülfünûnu ''Üniversitesinde''’nda usûl-ü fıkıh ''İslâm hukukuna ait bilgilerin aslı ve dayanağı olan bilim'' ve tefsir müderrisliği hocalığı) yaptı. Yirmi dört yıl süren hocalık görevinde gösterdiği başarıdan dolayı dördüncü rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllenildi. Dinî konulardaki görüşleri müspet bilimlerin ışığında ele aldı ve bu yönüyle yenilikçi bir din bilgini olarak tanındı. 

16 Aralık 1908’de Meclis-i Ayan üyeliğine seçildi ve bu görevi yürütürken Sultan Reşat’la birlikte Rumeli gezisine çıktı. Bu son görevinde iken 5 Aralık 1912’de Anadoluhisarı'ndaki evinde öldü, cenazesi Fatih Camii'nin civarında toprağa verildi.

Arapça, Farsça ve Bulgarca bilen İsmail Hakkı Bey zengin bir kültüre sahip olup belli bir bilgi düzeyine ulaşmıştır. Ölümü üzerine “Sebîlürreşâd”, “Tercümân-ı Hakikat”, “Tasvîr-i Efkâr”, “Teşrih”, “İkdam” gibi dergi ve gazetelerde hakkında yazılar yazılmıştır. Oğlu Asım Arar, Mustafa Kemal Atatürk’ün özel doktorluğunu yapmış, torunu İsmail Hakkı Arar da Cumhuriyet döneminde Devlet, Adalet ve Millî Eğitim bakanlıkları görevlerinde bulunmuştur.

Türkiye'de Batılılaşma sürecinin hızlandığı bir dönemde yaşayan İsmail Hakkı Bey, İslâm diniyle ilgili olarak Batılı yazarlarca ileri sürülen itirazları cevaplandırmaya çalışmış, bu arada nikâh, talâk, tesettür konularını, ayrıca kısas ve had cezaları gibi amelî hükümleri savunmuştur. Kelâm konularını genellikle klasik çerçevede ele almış ve Matüridi’ye ''el-Matüridi’ye bağlanan mezhep'' bağlı olduğunu açıklamıştır. Eserleri İsmail Hakkı İzmirli ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi bilginlere kısmen örnek oluşturmuştur.

“Tercümetü’r-Risâleti’l- Hamîdiyye (Beyyinât- ı Ahmediyye) adlı eseri, Hüseyin el-Cisr’e ait “er-Risâletü'l-Hamidiy-ye” adlı eserin çevirisi ve şerhi açıklama olup “Tercümârı-ı Hakikat” gazetesinde tefrika edildikten sonra dört cilt olarak basılmıştır. Dördüncü cilt, diğer ciltlerde yer alan nübüvvete (peygamberliğe dair konuların şerhi niteliğinde olup bizzat yazar tarafından kaleme alınmıştır. Ahmet Gül eseri sadeleştirerek “Risâie-i Hami-diyye” ''İslâm Hak ve Hakikat Dinidir'' adıyla yayımlamıştır. “Hak ve Hakikat” adlı eseri, Reinhart Pieter Anne Dozy’nin kaleme aldığı ve Abdullah Cevdet’in “Târih-i İslâmiyet” adıyla Türkçeye çevirdiği esere reddiye olarak yazılmıştır. Ayrıca Abdülganî en-Nablusî’nin “Nesemâtü’l- eshâr fi medhin-nebiyyi’l-muhtâr adlı estetik kitabının bir bölümünü Türkçeye çevirip şerh etmiştir…