Korularda bülbüllerin rüyası,
Açılmayan güller ile süslenir;
Odasında yalnız kalan şu esir,
Şu genç kızın nedir acab hülyası?

Mavi ipek divanına uzanmış,
Yuvasında hasta yatan kuş gibi
Sessiz, sakin, hıçkırıyor... Sebebi
Söylenilmez, ne acıklı saklayış...

Korularda bülbüllerin rüyası,
Açılmayan güller ile süslenir;
Odasında yalnız kalan şu esir,
Şu genç kızın nedir acab hülyası?

Şu genç kızın bilinmeyen hülyası,
Belki şimdi oralarda çarpışan,
Oralarda can vererek şan alan
Bir isimsiz kahraman...

                 Yalnızlık
Güneş batmakta... Ovada gecenin
Gölgeleri büyür, büyür, sararır...
Ağaçlıklar, akan sular bir serin
Rüzgar ile dalgalanır, kararır.

Kuşlar ötmez, yuvalar boş, görünmez
Bir ışıltı uzaklarda; yazık ben
Öksüzüm şimdi bu yolda giderken.
Gök bile yıldızlarına bürünmez!

Eski izler, çirkin, korkunç lekeler
Kılavuzluk eder. Zavallı atım
Şüphelenir bu gidişten ve kişner...

Gece gelir, ıssızlık sanki solur
Ve ruhum uyur, uyanır, her adım
Atımın nal sadası ninni olur!..

            Doğduğum Yer 
Buralardan çok uzakta bir köydü!
Beyaz, billur bir derecik içinden,
Haykırırdı, sevinerek geçerken.
Kenarında vardı birçok söğüdü...

Ben işte bu söğütlerin susmayan
Gölgesinde büyümüştüm. Evimiz
Tenha idi; ne yabancı, ne bir iz...
Bahçemizde yakındaki o orman.

Bir ses, "sevin!" derdi gülen rüzgarda,
Sevinçlere yoktu orda nihayet.
Sanılırdı bu ses gümüş dallarda

Görünmeyen bülbüllerin öğüdü!
Doğduğum yer, doyduğum yer... O cennet
Buralardan çok uzakta bir köydü!..

              Kızılırmağa
Ah, ey Kızılırmak! Ağlıyor musun?
Dalgaların coşmuş, bilmiyor durmak,
Çöktü yüzbin ocak, anlıyor musun?
Ben geldim başına, isterim sormak:

Yüzlerce yıl evvel üstünden geçen
Türklerin başına nedir bu gelen?
Yasaksız kalmışlar serserilikten
Kaçmak isterlerse yol verme, sen ak!

Ak, boğulsun kaçan, acıma ona.
İster misin yurda baykuşlar kona?
Geçmek lazım ise yok mudur Tuna?
Geriye bırakma, ak Kızılırmak!