Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Hürriyet'teki bugünkü yazısının bir bölümünde kendisi ile ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle Aydınlık gazetesinde yazan Mehmet Yuva'ya tepki gösterdi.

Ortaylı, şu ifadeleri kullandı:

“Aydınlık” gazetesinde Şam’da profesör olduğu söylenen Mehmet Yuva, “Tarihte Suriye Olmadı” başlıklı yazıma atıfta bulunuyor ama daha çok etnik bir milliyetçilik havasında saldırıyor. “Avusturya’da doğmuş, Sovyet Rusya lideri Stalin’den kaçıp, mülteci olarak sığınmış bir Tatar aileden gelmekte” demekte. O “Tatar”ın adı “Kırım Türkü”dür. Ruslar, “Tatar” derdi; tarihi cehaletleridir. Şimdi Amerikalılar ve hempaları bu lafı kullanıyor, çünkü politikalarına uygun geliyor.

Nereden çıkarıyorsa ailemin Sovyet Rusya’ya karşı olduğunu ima ediyor. Nazi Alman-Avusturya Devleti ile iş birliği yapıldığını söylüyor. Halbuki annemle babam 1947’de evlendiler. Kulaktan dolma dedikoduyla biyografi yazmak Türklere has bir şeydir. Bir ansiklopedide Karadağ Muharebesi’nde şehit düşen ve Tanzimat döneminin reformcu askerlerinden, Nâzım Hikmet’in ceddi Mustafa Celaleddin Paşa yani Polonya aristokrasisi arasındaki unvanıyla Kont Konstantin Borjecki’den “Bir Polonya Yahudisidir” diye bahsediliyor. Gazetenin biri İşkodra müdafi, şehid-i muhterem Hasan Rıza Paşa’yı da Atatürk’ün düşmanı diye tarif eder. Atatürk ve Rıza Paşa’nın birbirlerini tanıdıkları bile muğlak. Ama amaçla atmak serbest.

Benim için “Almanya, Avusturya, İngiltere ve ABD medreselerinden etkilendiği aşikâr” diyor. Bunların hiçbirinde 18 aydan fazla kalmadım, bazılarındaki hocalık müddetim, talebelik süremden daha uzun. Mesela Moskova tamamen öyledir. Lafı uzatmayayım; tıpkı hocam Halil İnalcık gibi Türkiye ve Ankara mamulatı bir tarihçi ve Mülkiye mezunuyum. Yurtdışındaki medreselerden etkilenmek daha çok taşralı yarım entelektüellerin işidir. Benim için matrak demiş, kendisiyle bir içki sofasında veya kahvede oturduğumu hatırlamıyorum. Bu sözler “profosor”a yakışacak zarafet ve nezaket değil. Taşralılık unvanlarla silinmiyor. İlber Ortaylı’dan matraktır ve şirin diye bahsetmek düpedüz hödüklüktür. İyi bir okur yazar olduğumu da teslim etmiş. Eh siz gibilere göre öyledir.

Uzak tarihte Suriye Devleti’ni sınırlar ve kuruluş itibariyle görmüyoruz. Romalıların Arabistan hanedanı diye bir grubu yoktur, çünkü Suriye Aramilerin ülkesidir. Nuh’un oğullarından biri Sam, biri Yafes, öbürü de Ham’dır. Bazı filologlar dilleri bu üç oğula göre yarı biblik tasnif ederler. Tasnifler doğrudur; terminolojide el’ân kullanılır. Böyle karmakarışık, yarım yamalak İncil tetkik ve bilgisiyle pozitif tarih bulgularını karıştırıp tarih tezi ileri sürülemez.

Tarihte günümüzdeki Suriye’yi Fransız protektorası yarattı. Yaratılan her şey gibi problemliydi. İnsana “Suriyelilik” tabiri çok hoş geliyor. Ben de 1968’de “Dost” dergisinde yazdığım bir makalede (Suriye Tiyatrosu) bu kavramın üzerinde çok hoşnut bir şekilde durmuştum. Lakin “Suriye, Suriye” diye bağıran Hafız hanedanı bu işi yürütemedi. Daha doğrusu şartları da yenemedi, çünkü bu, bir iktidar ve bilgi meselesidir. Başarılı bir iktidar için kuvvet ve baskı dışında başka nitelikler de gerekir. Modern Suriye fena parçalandı. Milyonlar yollara döküldü. Tarihteki İran imparatorluklarını ve Hindistan’daki Babür İmparatorluğu’nun nasıl birleştirildiğini düşünün, Roma ve Osmanlı’nın renklerini ve ömrünü düşünün.

Editör: Haber Merkezi